ANA TANRIÇADAN BU GÜNÜN KADININA VE ŞİDDET

0

Dünyanın neresinde olursa olsun, insan toplulukları başlangıçta mutlaka anaerkil idiler.

Babalar ve erkekler değil, analar ve kadınlar egemendir.

Çünkü kadınların çocuk doğurdukları, insan soyunun sürdürücüsü sayılırdı.

Toplumlar, kadınların üstünlüğü sanısıyla anaerkil olunca, baş tanrı her yerde ana tanrıça idi.

Mesela Kibele.

Geniş kalçaları ve iri göğüsleri ile bir bereketin sembolü idi.

Ressam Botticelli’nin Venüsü o devirdeki çıplak resimlerin en güzelidir. Ancak Renuar’ın yaptığı tablonun önemli olduğunu söylemek gerekir.

Knidos Afrodit’i bulunca Milo’nun ki ikinci oldu.

Datça yarım adasının ucunda İsa’dan 6 yüzyıl önce Knidos Kenti vardı. Knidos Kenti, Afrodit Tapınağı için ünlü heykeltıraş “Praksiteles” e bir Afrodit heykeli ısmarlar.

İşte o Knit Afrodit’i dünyanın en güzel kadın vücudu sayılır. Knidos Afrodit’ini görmek için eski çağların anlı şanlı insanları hep Anadolu’ya akın ediyorlardı. Tarihçi Lüsiyen’in Afrodit’i tanımlaması ünlüdür. Knidos Afrodit’i canlı bir insanın tıpatıp kopyası idi. Canlı aslı “Frine” idi. Frine bir Afrodit rahibesi idi.

Gel zaman git zaman işler süratle değişmeye başlıyor.

Bakın nasıl?

Bu işe çok başka ve farklı bir açıdan bakmaya ve bu yolla tahlil etmeye çalışacağız.

Şiddetin birçok nedeni vardır. Kültürel, sosyal, ekonomik v.s. Ne ki biz farklı bir yolu deneyeceğiz.

Şiddetin en normal ve hastalıksız biçimi oyunda ortaya çıkar. Daha önemli şiddet türü tepkisel şiddettir. Tepkisel şiddetin bir başka biçimi de engellemelerden doğan gerginlikte ortaya çıkan şiddettir. Bir başka türde gıpta ve kıskançlıktan doğan düşmanlıktır. Hastalığa bir adım daha yakın başka bir şiddet türü de öç alıcı şiddettir. Öç alıcı şiddete yakından bağlı olan başka bir türde inancın yıkılmasından doğan yıkıcılıktır. Ödünleyici şiddet ve güçlülük v.s. Bütün bunlar psikanalitik yönünden ele alınması, açıklanması gereken hususlardır.

Şimdi biz bir başka yol denemeye ve bu yolla bir sonuca, bir veriye varmaya çaba göstereceğiz.

Şimdi önce şunu tespit edelim. Hayatın, doğanın ve daha geniş anlamda kainatın bir ritmi vardır.

Domates fidesi belli bir zamanda dikilir, bir süre sonra çiçek açar ve domates zamanında kızarır, olur ve toplanır.

Ağaçlar zamanında çiçek açar ve meyve verir.

Kuzular belli bir zamanda yavrular.

Yani diyeceğim o ki hayatın kendine özgü, doğal bir ritmi vardır.

Ne ki insanoğlu gün be gün bu ritmin dışında şeylere maruz kaldı. İnsanoğlu bir yandan teknolojinin ve bilimin getirdiği şeylerle karşı karşıya kaldı. Bunlara intibak etmek ve uyum göstermek içim bir hayli bocaladı.

Bununla birlikte hayatın ritmi, hızı süratle artmaya başladı.

Bu hıza yetişebilmek için insanoğlu bir telaş ve gerginlikle beraber yaşamaya başladı.

Bana göre henüz hem bireysel olarak, hem de toplumsal olarak ergen bir hale gelemedik.

Sanayi toplumu ile birlikte kadın ve çocuklarda toplumsal hayatta daha fazla rol almaya, fabrikalarda, başka alanlarda çalışmaya başladılar. Ne ki zaman zaman ücret ve haklar bakımından hak arama yollarına gittiler.

1789 Fransız Büyük İhtilalinden sonra feminist bir felsefe yayılmaya, oradan İngiltere’ye ve oradan da Amerika’ya sıçradı.

Bu arada birçok düşünür toplumları etki altında bırakarak, insan fıtratına göre yaşamaktan çıktı.

Herbert Marcuse “Tek boyutlu insan”, Albert Camus “Başkaldıran İnsan” ile ruhen parçalanmış fertlere, imajına ters bir tarzda büyüyen ve gelişen bir dünyaya insanın mukavemet ve itirazın kendisidir. Bu arada “Güneşin Çocukları”, “Hippiler” gibi sıra dışı bir hayata düşenler çoktu.

Öte yandan daha feci bir şey ortaya çıkıyor.

Wilhelm Reich, Trotky gibi düşünürler insandaki rahatsızlıkların büyük bir oranda cinsel dürtü altına alınmasından ileri geldiğini söyleyerek “Cinsel Devrim”, “Bedensel Boşalmanın İşlevi”, “Dinle Küçük Adam” gibi kitaplarla toplumu bir başka yola eviriyorlar.

Ben aslında bu konuyu daha geniş biçimde ele almak, ciddi tahlillerde bulunmak istiyordum.

Ne var ki bu makale sınırları içinde bu düşüncelerimi de sıkıştırayım dedim. Yani sonuç olarak hayatın hızlı ve süratle getirdiği şeyler karşısında bir süre şaşkınlık geçiren ve ona intibak için bir gerginlik içinde olan insan ve bir de ona eklenen hayatın ritminin artması sonucu olagelen telaş ve öte yandan insanoğlunun fıtratıyla çok oynaması onu adeta tanınmaz hale getirmiştir.

Buda çok büyük ölçüde gerginlik içinde yaşayan insanı öfkeye sürüklemiştir. Öfke gelince akıl baştan gider.

Akıl baştan gidince de insanoğlu davranışlarını ve sözlerini kontrol edemez hale gelir.

Leave A Reply

Your email address will not be published.