BİR AYDINLANMA OLARAK İSLAM

0

Ben size Hodgson’un kitabına da ismini veren “İslam’ın Serüveni”nden söz etmeyeceğim.

İlkin sözünü edeceğimiz şey, madem ki bir kozmos var. O zaman bir antolojiden de söz etmek gerekecektir.

Bilim Allah(c.c) vardır, diyor.

Bu koca alemde dünya denen bir gezegen, iyiden iyiye incelenirse akıl almaz bir matematik, biyolojik düzenle canlılar için yaşanır hale getirilmiştir.

Bu canlıların içinde insan da yer alır.

İnsanlık tarihi, yani antropoloji, insanın neliği, doğadaki yerini, ne için geldiğini, işlevini sürekli olarak araştırmış, bir takım bilim adamları, düşünürler, teologlar bir dolu tespitler yapmışlardır.

İslam’ı iyi anlayabilmek için Arap tarihini, Arapların sosyolojisini, Arap dili ve Semantiğini, o coğrafyayı; öte yandan Kur’an-ı Kerim Tarihini, Vahyi, çok sağlıklı bir şiyer bilgisi, Hadis tarihi v.b gibi şeyleri göz önünde bulundurarak bir takım tespitlerde bulunursak sağlıklı bir doğruya erişebiliriz.

İlk üzerinde duracağımız husus “İslam’ın cehalet ile savaşıdır” Kur’an-ı Kerim sık sık akla ve ilme vurgu yapar. “Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?” (Taha Süresi, Ayet 114) “Deki Allah’ım ilmimi artır” (Nisa Süresi, Ayet 162) “Ama onların ilimde derinleşmiş olanları ve müminleri sana indirilene de, senden önce indirilene de inanırlar…”

Sürekli olarak aklı kullanmayı, aklı işletmeyi, anlamayı dile getirir Kur’an. Bir takım misaller vererek aklı kullanmaya çağırır. Ve aklını kullanmayan insanların yaşamlarının pek iyi olamayacağını gösterir(Yunus Süresi, Ayet 100) “Allah aklını işletmeyenlerin üstüne pislik yağdırır”.Birde bu ayetlerin yaşanmışlık haline, yani siyerlere bakalım. Oku diye başlayan bir dinin mensupları olarak bir mescidin yanına sürekli olarak ilimle uğraşan bir okul açılır. Ehli Suffa diye bilinen bu kimseler sürekli olarak ilimle meşgul olurlar.

Peygamber Efendimiz ilimle meşgul olanları, bilginleri savaşa götürmez. Savaş sırasında bile ilim adamlarının ilimle ilgilenmelerini, ilim üretmelerini ister.

Okuma- yazmaya o kadar önem ve özen gösterir ki Bedir Savaşı’ndan sonra yakalanan bir esiri 10 kişiye okuma-yazma öğretmesi karşılığında serbest bırakır.

Bu yolla insanları Tevhide çağırır.

O sırada insanlar Allah (c.c) yanında Lat, uzza, menat, hubel gibi ilahlara da inanıyorlardı. Bunlar adına tapınaklar da vardı. O zaman o toplumda yaşayan insanlar Hanif dininin yanında bu sözünü ettiğimiz tanrılara hediyeler, paralar bırakıyorlardı. İsteklerinin yerine gelmesi için bu tanrıların şefaatçi olacaklarına inanıyorlardı.

Kur’an-ı Kerim bu hususta ket vurmuş(Yasin Süresi, Ayet 23) “Onun berisinden tanrılar mı edineyim ben? Eğer Rahman bana zorlukzarar dilerse onların şefaati benden hiçbir şeyi savamaz, beni kurtaramaz” diyerek onları (Bakara Süresi,256) ve ( İhlas Süresi)’ndeki Allah’ın Birliğine davet etmiştir. Burada bir iki noktaya dikkat çekmek istiyorum. Çağımızın önemli teologlarından Paul Tillich “Olmak Cesareti” ve “Din Felsefesi” kitaplarında, insan yaşamı içinde kendi zihin dünyasında bir tanrı inşa eder ve öyle ki bu edindiği tanrıdan gerçek tanrıya ulaşmaktan söz eder.

Öte yandan yine önemli bir din alimi olan Dr. Ali Şeraiti şefaatçiler konusuna değinirken başka güçleri de araya koyar: şan şöhret, mevki- makam, v.s.

Bu konuyu uzatmayacağım.

İslam inanılmaz bir sosyoekonomik düzen getimiştir.

Servetin belli hallerde olmasını istememiş.(Adiyat Süresi, Ayet 8) “O, mal ve servet arzusu yüzünden olabildiğine katıdır” diyerek insanları sürekli olarak infaka teşvik etmiş, sahip oldukları imkan ve nimetlerden başkalarına da pay çıkarmayı öğütlemiştir.

Marksin “Kapitalinde de yer alan değerden söz ederek, zenginlerin paralarında yoksulların da hakkı vardır” demiştir.

Kur’an, toplumun ezilmiş kesimlerinin, fakirlerin, yetimlerin, kadınların ve kölelerin elinden tutup kaldırmaya çaba gösteriyor.

Bu haliyle gelen hususları iyiden iyiye anlayabilmek için Serahsi’nin El Maksut adlı kitaplarına, öte yandan Ragıp El İsfaha’nin Müfredat adlı eserlerine bakmak size büyük ölçüde yardımcı olacaktır.

Daha sonra yapılan bir takım tefsirler Razi’nin, Zamahseri’nin, Kurtubi’nin, Suyuti’nin…

Ve en önemlisi Müslümanların gerilemesi olarak düşünülen bir dönemde 2. Meşrutiyet döneminde özellikle Sıratı Müstakim, Sebil-ül Reşat adlı dergiler de yazılan makaleleri ve daha sonra Muhammed Abduh’un Tefsirül Menar, Fazlul Rahman ve İslam düşüncesinin en büyük ismi sayılan Dr. Muhammet İkbal’in “İslam’da Dini Düşüncenin yeniden Yapılandırılması” gibi alimlere bakarsanız yaşama pratiğinde en azından sıkıntılı bir halde yaşamamış olursunuz.

Bir noktaya da daha değineceğim. Allah(c.c) ile kul arasındaki bütün hayatı dolduracak genişlikte ve süreklilikte olan din ilişkisi en ileri anlamda bir hürriyeti gerekli kılmaktadır. Şatıbi’nin güzel ifadesi ile: “İnsanı zorunlu kulluktan serbest seçime dayalı kulluğa yöneltmektedir”

Kur’anda ki Bakara Süresi, Ayet 256 daki ayet “Dinde baskı ve zorlama yoktur” insan hayatındaki niyetin ve hür isteyişin evrensel yerini ve değerini göstermektedir.

Vahyin yaşanırlılığı yolunda bir yaşama pratiği içinde hukuk yer almış ve öte yandan çok kuvvetli, hiç sarsılmaz bir adalet kavramı yerleşmiştir. Bunun bir siyer okuduğunuzda pek çok örneklerine rastlayabilirsiniz.

Bu göz kamaştırıcı dönem üstüne söylenecek, anlatacak daha çok söz var.

Nobel ödüllü büyük düşünür Dr. Alexis Carrel:İnsan her devirde su ve oksijen kadar Allah’a ihtiyaç duymuştur.

Biz burada bir iki noktanın daha altını çizip işi noktalamak istiyoruz. Büyük tarih felsefecisi olan Toynbee: “Din, medeniyet üreten kurumdur” diyor.

Bir fıtrat, yapılan içtihatlar ile okumaya kalkışırsak çok büyük ölçüde yanılırız. O dönemin; o koşullar ve o coğrafya için verilen görüşler o zaman için geçerlidir.

Temelinde büyük bir ahlak olan ve “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim” diyen bir rahmet peygamberini ve rahmeti sonsuz, merhameti sınırsız olan Allah’ı (c.c) bana öyle geliyor ki yeteri ölçüde tanımaktan uzağız.

Fayerabend “Bilim Kilisesi” adlı kitabında bilimi bir din haline getirilmesinden yakınır.

Ünlü bilim felsefecisi Paper “Bilim yanlışlanabilir” diyor.

İslam bir orta yolu önerir.

İslam silm kökünden gelen bir sözcüktür ve barış, esenlik anlamına gelir.

Bu insanlık için Allah’ın seçtiği din İslam’dır.

Normal bir aklın ve sağduyulu bir bakışın ret edemeyeceği bu büyük medeniyet kulvarını kim istemez.

Biz bu tespitlerimizde nesnel ve bilimsel olmaya çalıştık.

Önümüzdeki günlerde rasyonel ve analitik bir düşünme tarzı ile “Batı bir kazadır” diyen Garaudy’nin bu tespiti üstüne düşündüklerimizi izah etmeye çalışacağız.

Leave A Reply

Your email address will not be published.