THE MARVELS: MARVEL’IN EN KISA FİLMİ, EN UZUN TARTIŞMASI

0

Süper kahraman filmleri hayatımıza girdiğinden beri sinema salonlarında izlediğimiz her yapım, aslında yalnızca bir hikâye anlatmıyor; aynı zamanda bir dönemin ruhunu da temsil ediyor. Marvel Sinematik Evreni (MCU) yıllardır izleyiciyi hem eğlendiren hem de düşündüren yapımlarıyla zirvede yer aldı. Ancak her evrende olduğu gibi burada da zorluklar, tökezlemeler ve sorgulanan dönemler var. “The Marvels” filmi, işte tam da bu döneme denk gelen, beklentiler ile gerçekler arasındaki çatışmayı gözler önüne seren bir yapım oldu.

2019 yılında vizyona giren Captain Marvel, Marvel evreninin ilk solo kadın kahraman filmi olarak tarihe geçti. Carol Danvers karakteri, güçlü, kararlı ve bağımsız yapısıyla özellikle kadın izleyiciler için önemli bir temsil alanı açtı. Brie Larson’ın soğukkanlı ama derinlerde kırılgan yanları olan performansı hafızalara kazındı.
“The Marvels”te Carol artık yalnız değil. Yanında çocukluğundan beri onu tanıyan, ama aralarına mesafeler girmiş Monica Rambeau var. Monica’nın karakter gelişimi, aslında sadece bir yan hikâye değil; izleyicinin Marvel evreninde nesiller arası bağları hissetmesini sağlıyor. Teyonah Parris’in güçlü oyunculuğu, Monica’yı sadece “yardımcı karakter” olmaktan çıkarıp başlı başına bir kahramana dönüştürüyor.
Ve elbette genç izleyicilerin göz bebeği Kamala Khan / Ms. Marvel. Disney+ dizisiyle tanıdığımız bu karakter, hayranlıktan kahramanlığa uzanan yolculuğuyla filmin belki de en samimi yanı. Iman Vellani’nin enerjisi, filmi bambaşka bir noktaya taşıyor. Çünkü Kamala, aslında bir bakıma hepimizin temsilcisi: posterlerle büyüyen, kahramanlara hayran olan ve bir gün onların yanında savaşmayı hayal eden bir genç.

“The Marvels”in hikâyesi, Carol’ın Supreme Intelligence’ı yok etmesiyle başlıyor. Bu karar, ilk bakışta adaletin yerini bulması gibi görünse de, evrende büyük bir boşluk yaratıyor. Kree İmparatorluğu’nun düzeni bozuluyor, yeni lider Dar-Benn sahneye çıkıyor.
Dar-Benn, ellerinde Quantum Bands adlı güçlü bir teknolojiyle “jump point” adı verilen geçitleri manipüle ederek evrenin düzenini tehdit ediyor. İşin ilginç yanı, bu geçitlerin yarattığı anormallikler yüzünden Carol, Monica ve Kamala’nın güçleri birbirine “bağlanıyor”. Biri güçlerini kullandığında diğeri onun yerine geçiyor; üçlü adeta kozmik bir zincirin halkaları hâline geliyor.
Bu durum hem eğlenceli, hem de dramatik anlar doğuruyor. Çünkü her biri farklı geçmişlere, farklı travmalara sahip. Carol, yalnızlığının yükünü taşıyor; Monica, Carol’a duyduğu kırgınlığı bastıramıyor; Kamala ise hayranlıkla kahramanlık arasında bocalıyor. Böylece film sadece evreni kurtarma mücadelesi değil, aynı zamanda üç kadının birbirini anlamaya ve birlikte mücadele etmeye çalışmasının da öyküsü oluyor.

Marvel evreninde kötü karakterler çoğu zaman kahramanların hikâyesini yücelten unsurlardır. Loki, Thanos, Killmonger gibi isimler hâlâ hafızalarımızda. Ancak Dar-Benn, bu geleneksel etkiyi yaratamıyor. Zawe Ashton’ın performansı güçlü olsa da, karakterin motivasyonu yüzeyde kalıyor. Seyirci, neden bu kadar hırslı olduğunu ya da hangi duygularla hareket ettiğini tam olarak göremiyor. Bu da filmin en çok eleştirilen yanlarından biri oluyor.
Çünkü Marvel izleyicisi sadece aksiyon değil, aynı zamanda iyi yazılmış, derinlikli antagonistleri de bekliyor. İşte “The Marvels” bu noktada eksik kalıyor.

Marvel filmlerinin çoğu 2 saatten uzun sürerken, “The Marvels” sadece 105 dakika ile en kısa yapımlardan biri oldu. Bu, bir yandan hızlı tempolu ve sıkmayan bir film izleme avantajı sağladı. Ama diğer yandan karakter gelişimlerinin yeterince işlenememesi, hikâyenin bazı bölümlerinin yüzeysel kalmasına neden oldu.
Nia DaCosta’nın yönetmenliğinde görsel efektler, aksiyon sahneleri ve kozmik evrenin büyüleyici atmosferi başarılı bir şekilde perdeye yansıtılmış olsa da, anlatıdaki kopukluklar izleyicinin aklında soru işaretleri bıraktı.

Marvel denilince akla gelen ilk şeylerden biri de gişe rekorlarıdır. Ancak “The Marvels” bu geleneği kıran bir film oldu. Yaklaşık 206 milyon dolar gişe geliri elde etmesine rağmen, 270 milyon dolarlık bütçe ve pazarlama masraflarıyla birleştiğinde Disney için ciddi bir hayal kırıklığına dönüştü.
MCU’nun bugüne kadar en düşük gişe yapan filmi olarak tarihe geçen “The Marvels”, aslında izleyicinin artık daha fazlasını istediğini gösterdi. Görsel efektler, büyük bütçeler, yıldız oyuncular… Bunlar tek başına yetmiyor. Seyirci, güçlü bir hikâye ve derinlikli karakterler arıyor.

“The Marvels”, sadece bir film değil; aynı zamanda Marvel evreninin geldiği noktayı gösteren bir işaret fişeği. “Avengers: Endgame” sonrası başlayan yeni dönemin, aynı heyecanı yaratmakta zorlandığı açıkça görülüyor. İzleyici artık “büyük final”lerin değil, daha samimi, duygusal ve karakter odaklı hikâyelerin peşinde.
Belki de Marvel’ın yeniden büyüsünü kazanması için ihtiyacı olan şey, üç kadın kahramanın temsil ettiği o mesaj: kahramanlık tek başına değil, birlikte mümkün. Carol, Monica ve Kamala’nın yolculuğu, bize dostluğun, dayanışmanın ve kuşaklar arası bağların gücünü hatırlatıyor.

“The Marvels”, kusurlarıyla birlikte Marvel evreninde özel bir yere sahip. Evet, gişede başarısız oldu. Evet, hikâyesinde eksikler vardı. Ama aynı zamanda üç farklı kadın karakterin yan yana gelerek verdikleri mücadele, izleyicinin kalbine dokunan anlar yarattı.
Bu film, Marvel’ın artık yeni bir yola girmesi gerektiğini gösteriyor. Daha derinlikli kötü karakterler, daha güçlü hikâye örgüleri ve insani bağlara odaklanan yapımlar… Belki de Marvel evreninin geleceği, tam da bu derslerden doğacak.
Ve biz izleyiciler, her şeye rağmen, hâlâ Marvel logosu perdeye yansıdığında kalbimizin biraz daha hızlı attığını inkâr edemiyoruz. Çünkü Marvel, sadece bir film stüdyosu değil; aynı zamanda hayallerimizin, kahramanlık anlayışımızın ve çocukluk düşlerimizin en renkli sahnesi.

Leave A Reply

Your email address will not be published.