TAŞLARIN DİLİNDEN: ÇANKIRI’NIN BİNLERCE YILLIK HİKÂYESİ

0

 

Çankırı, Anadolu’nun tam kalbinde, kökleri tarihin derinliklerine kadar uzanan, kadim bir sessizliği içinde saklayan şehir. Burası, zamana meydan okuyan yapıları, gizemli sokakları ve her adımda insanı düşündüren derin geçmişiyle adeta tarihin göğsüne yaslanmış bir hatıra gibi. Yüzyılları aşan hikâyeler burada, taşlara işlenmiş, rüzgarın fısıltısında kaybolmuş gibidir. Bu şehri anlamak, geçmişin izinde bir yolculuğa çıkmak demektir. Çünkü Çankırı’da yalnızca sokaklarda değil, her bir taşın, her bir yapının içinde tarihin nefesi saklıdır.

Çankırı’nın tarihine dokunmak demek, aslında Anadolu’nun kalbine dokunmak demektir. Binlerce yıl öncesinde, Hititlerin hüküm sürdüğü zamanlarda, bu topraklar Gangra adıyla anılırken burada doğan her yaşam, taşların üzerine adını bırakmıştır. O dönemde Hititlerin attığı ilk temeller, buraya adeta tarih boyu sürecek bir karakter kazandırmıştır. Daha sonra gelen Frigyalılar, Persler, Romalılar… Her medeniyet, Çankırı’ya kendi dokunuşunu katmış, kendi izlerini bırakmış. Düşünsenize, bir taşın altına saklanmış belki bir asker miğferi, belki eski bir çömlek; her biri binlerce yılın izlerini taşır.

Anadolu Selçukluları’nın gelişiyle bu şehir yeniden doğmuş gibidir. Camiler, medreseler, kervansaraylar birbiri ardına yükselirken, Çankırı yalnızca bir şehir değil, ilim ve irfan yuvası olmuştur. Selçuklu ustalarının elleriyle işlenmiş taşlar, minarelerin göğe yükselen duruşu, buraya ait yeni bir ruh kazandırmıştır. Bir öğrencinin medresede hocasını dinlediği o anlar, bir tüccarın kervansarayda yol yorgunluğunu attığı dakikalar, tarihin derin izlerini burada bırakır. Osmanlı dönemi geldiğinde ise Çankırı, artık bir Osmanlı sancağı olarak köklenmiştir. Osmanlı’nın zarif çizgileriyle inşa edilmiş taş yapılar, adeta bu şehrin kalbinin ritmini oluşturur.

Çankırı Kalesi’ne doğru çıktığınızda, yılların ağırlığını taşıyan bu surlar sizi karşılar. Bizans döneminden kalma bu eski kale, savaşlara, fırtınalara, zamana direnen bir bekçi gibi durur. Tepeden şehri izlerken, rüzgarın hafif uğultusunda sanki eski zamanların yankısını duyar gibi olursunuz. O an, bu surların ardında kimlerin yaşadığını, kimlerin bu taşlara el sürdüğünü, hangi duaların göğe yükseldiğini düşünürsünüz. Çankırı Kalesi, sadece bir savunma yapısı değil, şehrin geçmişine açılan bir kapı gibidir. Yüzyıllar boyunca ayakta kalmayı başarmış bu yapının sessiz duruşu, insanı zamanın ötesine taşır.

Sonra, Buğday Pazarı Medresesi’nde dolaşırken, buradaki taşların soğukluğu ile yüz yıllar öncesinde burada ders almış öğrencilerin hayalleri arasında kalırsınız. Belki bir öğrenci, burada ilim aşkıyla geleceği düşledi; belki de bir alim, bilginin ağır sorumluluğunu burada hissetti. Çivitçioğlu Medresesi de aynı duyguları uyandırır. Bu medreselerin duvarlarına dokunduğunuzda, yüzyılların ardında gizlenen o eski hayatları, o eski duyguları sanki yeniden canlanır gibi hissedersiniz. Bu yapılar yalnızca taştan birer yapı değil, her biri bir ruhun, bir dönemin, bir hayatın taşıyıcısıdır.

Çankırı Müzesi’nde ise geçmişin somut izleriyle karşılaşırsınız. Hitit çömlekleri, Roma sikkeleri, Osmanlı’dan kalma günlük eşyalar… Her biri, yaşanmış bir hayatın tanığı olarak burada sergilenir. Müzeyi dolaşırken her bir eserin aslında bir hikayeyi anlattığını, bir insanın hayatına dokunduğunu düşünürsünüz. Müzede vakit geçirirken, binlerce yıl öncesinde burada yaşamış bir ailenin günlük hayatına tanık olduğunuzu hissedersiniz. Bir çömleğe, bir sikkeye, bir kemer tokasına bakarken, o insanların duyguları sanki üzerinize siner.

Ve sokaklarında yürürken fark edersiniz ki, Çankırı size sadece tarihi değil, geçmişin getirdiği o derin huzuru da sunar. Sokaklardaki sessizlik, yalnızca insanın kalabalıktan uzaklaşması değil; aynı zamanda kendi içinde bir yolculuğa çıkması demektir. Modern dünyanın hızlı temposuna inat, Çankırı’da hayat yavaş akar. Burada geçmişle bugün, sessiz bir anlaşmayla iç içe geçmiştir. Cumbalı eski evlerin önünden geçerken, pencerelerin ardında eski zamanların sır dolu bakışlarını hissedersiniz. Belki de o evlerde nice mutluluklar, nice hüzünler yaşandı; belki yıllar önce burada bir genç, hayalleriyle geleceğe baktı.

Şehrin merkezindeki Buğday Pazarı’nda da aynı his peşinizi bırakmaz. Bir zamanlar bu pazarda yapılan ticaret, Anadolu’nun dört bir yanına dağılırken burada kim bilir ne hayaller, ne umutlar filizlendi. Çankırı’nın sokakları, geçmişin yükünü, insanın ruhuna derinlemesine işleyen o hüznü taşır. Her sokakta, her köşede yaşanmış bir anının izlerini görmek mümkündür. Çankırı, kendisini anlamayı bilen, onun derinliğine dokunabilen herkes için bir tarih yolculuğuna dönüşür.

Çankırı’da her şey geçmişe sadık kalmış gibidir; buranın her köşesi, modern dünyanın karmaşasından uzak, dingin bir tarih resmini gözler önüne serer. Şehre son bir bakış attığınızda, yalnızca bir şehir değil, köklü bir tarihin, unutulmuş hatıraların, yaşanmış hayatların ta kendisini görürsünüz. Çankırı, geçmişe açılan bir pencere, tarihin içine gömülmüş bir hazine gibidir. Ve buraya gelen her yolcu, bu sessiz hazineye kendi hikayesini bırakır, geçmişle bugünü birleştirir. Çünkü Çankırı, yalnızca taşlardan ve binalardan değil; insanın ruhuna dokunan derin bir geçmişten ibarettir. Bir sonraki köşe yazıma kadar görüşmek üzere sevgili okuyucularım.

Leave A Reply

Your email address will not be published.