KARANLIĞIN OYUNU: MANHUNT RUHUNUZU SORGULATIYOR

0

“Sokak lambaları yanmaz burada. Çünkü ışık; gölgeye, karanlığa ve nihayetinde kana hizmet eder. Ve bir oyun vardır, sizi bu sokaklara sürükler. Manhunt.”
Oyun dünyasının tarihine bakarsanız, parlak kahramanlar, cesur savaşçılar ve masalsı hikâyelerle dolu sayfalar bulursunuz. Ama bazı sayfalar vardır ki, kanla yazılmış gibidir. Tozlu, kasvetli ve karanlık. İşte 2003 yılında Rockstar North’un geliştirdiği ve Rockstar Games tarafından yayımlanan Manhunt, bu kanlı sayfaların en siyah başlığıdır.

Bu yazı, sadece bir oyunun değil; dijital bir kâbusun, sinir uçlarınızı kavrayan bir gerilimin ve medya eleştirisinin içine doğru atılmış bir çığlıktır. Hazırsanız… sokak lambaları sönüyor.
Oyun, son nefesi vermek üzere olan bir adamla başlar: James Earl Cash. Ölüm cezasına çarptırılmış bir mahkûm. Herkes onun idam edildiğini sanır. Ama o, gözlerini açtığında kendini bir kulaklıkla, terk edilmiş bir odada bulur. Dışarıdan gelen bir ses yankılanır kulaklarında:
“Haydi Cash… bize güzel bir şov izlet.”
İşte bu noktada oyun başlamaz; dehşet başlar.
Manhunt’ın geçtiği şehir Carcer City, bir kurgu ürünü olmasına rağmen gerçekliğinden kuşku duyulmaz. Çünkü burası, insanlığın dibe vurduğu, adaletin çöpe atıldığı ve çürümüşlüğün sokaklarda kol gezdiği bir şehir. Öylesine karanlık ki, güneş bile doğmaktan utanır. Polisler bile bu şehre adım atmaktan çekinir. Suç çeteleri, terk edilmiş mahallelerde kendi krallıklarını kurmuş; insan hayatı ise bir çöp kadar değersiz.

Ve işte James Earl Cash, bu şehirde hayatta kalmak zorunda. Ama sadece kaçmak ya da saklanmak yetmez. O, öldürmek zorundadır. Çünkü bu bir yarış değil; bir gösteridir. Bir snuff filmi.
Oyun ilerledikçe farkına varırsınız: Bu bir hayatta kalma mücadelesinden çok daha fazlası. Bu bir film seti. Arkanızdan gelen ses, eski bir yönetmen olan Lionel Starkweather’a ait. Artık Hollywood’da iş bulamayan bu sapkın adam, kendi “filmini” çekmeye karar verir: Gerçek ölümler, gerçek acılar, gerçek dehşet.

Cash’in her adımı kaydedilir. Her infaz puanlanır. Üç aşamalı infaz sistemi ile birlikte, oyuncuya “ne kadar vahşi olmak istersin?” sorusu sorulur:
Hafif infaz: Sessizce, hızla… ama iz bırakmadan.
Orta infaz: Biraz daha acımasız, biraz daha yankılı.
Ağır infaz: Gözlere bakarak, kameraya oynayarak… kanın sahneye aktığı bir performans.
Manhunt, bu yönüyle oyuncuyu sadece kontrolcü yapan değil; onu hikâyenin suç ortağı haline getiren bir yapım.
Silah yok mu? Var ama çok sonra. Oyun size başta sadece sıradan objeler sunar: bir plastik torba, bir tuğla parçası, cam kırığı… Bunlar, cinayetin araçlarıdır artık. Manhunt, şiddeti yüceltmez; onu gözünüze sokar. Her öldürme, bir karın ağrısıdır. Her infaz, parmaklarınızı titretir. Çünkü bu sadece karakterin değil, sizin işlediğiniz bir suç gibidir.
Ve her öldürme sonrası duyulan ses… Starkweather’ın o sapkın sesi:
“Oh yes… that’s what I’m talking about.”
İşte o an, ekranla aranızdaki cam kalkar. Sizi izleyen sadece oyun değil; vicdanınızdır artık.
Manhunt’ın başarısı, korkuyu sadece anlık bir ürperti olarak değil; oyunun temel katmanı olarak işlemesindedir.
Sırtınızdan geçen bir gölge.
Uzakta yankılanan bir çığlık.
Kırık bir camın sesi…
Bu unsurlar, oyuncuyu fiziksel değil, psikolojik olarak kuşatır. Öyle ki; bazen ilerlemek yerine bir köşede beklemek istersiniz. Belki de bu yüzden Manhunt, klasik korku oyunlarının çok ötesindedir. Çünkü burada korku; yaratıklarla değil, insanlarla ilgilidir.
Elbette böyle bir oyun, tartışmasız olmaz.
İngiltere ve Almanya gibi bazı ülkelerde yasaklandı.
Bazı medya kuruluşları, oyunu gençleri şiddete yönlendirmekle suçladı.
Rockstar, bu eleştiriler karşısında geri adım atmadı: “Bu bir yetişkin oyunu. Gerçekliğin rahatsız edici bir yüzü.”
Ve belki de haklılardı. Çünkü Manhunt, eğlenceli olmaya çalışmıyordu. O, size bir soru soruyordu:
“İzlemek mi kolay, yoksa yapmak mı?”
Manhunt, yalnızca bir oyun değildir. O, karanlık bir odada otururken sırtınıza tüylerini diken diken eden bir hikâyedir.
O, gece ekranı kapattıktan sonra bile odada kalan ürpertidir.
O, “ben bunu gerçekten yaptım mı?” diye kendinize sorduğunuz o sessizliktir.
Ve o, bir şehrin kalbindeki gözle görülmeyen kameranın size dönük merceğidir.
Evet, oyunlar dünyası nice kahramanlar, nice ejderhalar, nice destanlar gördü. Ama Manhunt, size tek bir şey sundu: kendi karanlığınız.

“Gece sadece ışığın yokluğu değildir… bazen bir oyunun içine çöken sonsuz suskunluktur.”

 

Leave A Reply

Your email address will not be published.