Her hafta olduğu gibi birbirinden değerli seslendirme sanatçılarıyla röportaj yapmaya devam ediyoruz. Dublaj sektöründe adından sıkça söz ettiren ünlü bir isim sevgili Seval Tufan. Olacak O Kadar ile tanınan Tufan seslendirme sanatçısı olmasının yanı sıra aynı zamanda bir oyuncudur. Sayısız yapımlarda rol alan Tufan şimdilerde seslendirmen ve tiyatro sanatçısıolarak hayatına devam ediyor. Yaptığımız en uzun ve sürükleyici röportaj serisinden biri olan bu harika hayat hikayesini sizlerle baş başa bırakıyorum. Tiyatro hayatıma lisede başladım. Bir tiyatro grubumuz vardı hattâ OkanYalabık’la aynı gruptaydık ve oyunumuz liseler arası tiyatro yarışmasında ödül almıştı. Profesyonel anlamda tiyatro kariyerim 1996 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda başladı. 2 yıl çalıştıktan sonra Müjdat Gezen Sanat Merkezi Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü kazandım. Burada 3 yıl devam ettim. O zamanlar şimdiki gibi çok dizi çekilmiyordu. Ve şansımız daha fazlaydı. Tiyatro yapıyordum, dizi çekiyordum para kazanıyordum, kafam karışıktı. Bu karışıklığın ardından okulu bıraktım. (Zaten okul kavramını hiçbir zaman sevmedim) Devam eden süreçte Tümay Özokur ile beraber “Tiyatro Portakal” ı kurduk. Orada sahne aldım. Daha sonra da çeşitli tiyatrolarda sahne aldıktan sonra Levent Kırca ile tanıştım Olacak O Kadar’ da ve Levent Kırca Oya Başar Tiyatrosun’da müzikallerde oynadım. O dönemde çekimlere devam ederken bir arkadaşım Saran stüdyolarında yeni kadın sesler aradıklarını söyledi. Ben de bu alanda çalışmak istiyordum ve arkadaşıma gelmek istediğimi söyledim sonra ufak ufak kayıtlara girmeye başladım. O zaman Levent abi oyuncularının kendi setinden başka yerde çalışmalarını istemezdi, Beni de sevgili oyuncu arkadaşım Ahmet Çevik idare ederdi İlk dublaj hayatım 2005 yılında böylece başlamış oldu. Hem tiyatro yapıyordum, hem Olacak O Kadar çekimleri devam ediyordu. Bir yandan da televizyonda canlı yayın yapıyor aynı zaman da dublaj yapıyordum. Hayatım tam bir kaostu ama ben keyif alıyordum.
Levent Kırca durumumu hiçbir zaman anlamadı. Arkadaşım sağ olsun beni güzel idare etmişti. Zamanla ülkenin içinde bulunduğu durumlar yüzünden Olacak O kadar yayından kaldırıldı. Kendime dedim ki dublaj iyi ki hayatıma girmiş. Çünkü dublaj bir oyuncu için inanılmaz artısı olan bir meslek, kendinizi fazla kaptırmadığınız sürece çok faydalı bir meslek. Ben dublaja başlamadan önceki tv işlerime baktığım zaman sesimi çok kötü buluyordum. Sesimi dublaj öncesi ve sonrası olarak kıyasladığımda dublaja başladıktan sonra sesimi cok daha iyi kullanabildiğimi fark ettim. Dublajı bir oyuncu için altın bilezik olarak görüyorum. Sadece tiyatrodan gelir elde etmek mümkün değil, tiyatro ile beraber dizi ve dublaj yapmak zorundasınız. Daha sonraki yıllarda oyunculuktan uzaklaştım ve dublaj, hayatımda daha çok yer aldı.
2008 yılına kadar Saran’da çalıştım ve oradan sonra yolum İmaj Stüdyoları ile kesişti. İmaj’la herkes çalışmak istiyordu ancak o zamanlar herkes giremiyordu ama ben girmeyi başardım. Burada farklı görevler yaptım daha sonraki yıllarda ise yönetmen masasına oturdum.
Bence bir dublaj sanatçısının veya bir oyuncunun müzik kulağı olmalı ve kendi rolünün şarkılarını söyleyebilmeli. Bu yüzden de konservatuar eğitimi önemlidir, giriş sınavlarında öğrencilere kulak sınavı yapılır. Günümüzde bir çok oyuncu var ama ben çoğu oyuncunun yeterli olduğunu düşünmüyorum. Çünkü çoğunda müzik kulağı yok bu da onların bir yerde, bir şekilde fire vermesine mutlaka yol açar. Tiyatro başka bir alan, “er meydanı”. Televizyon ise tamamen bir şov dünyası orada iyi oyuncu olmak gerekmez. Sokaktan geçen birinin bile oyunculuk yaptığı bir dönemdeyiz ancak sokaktan geçen birinin dublaj yapabileceği bir dönem asla olmayacak. Yani herkes dublaj sanatçısı olamaz. Bizler yeri gelir, oyunculuğu yeterli olmayan birini sesimizle tamamlarız, ancak bu emeğimizin karşılığını hiçbir zaman alamadık.
Bugünlerde yapımcılar harcamalarını kısmak için projelerinde “iç yapım” sistemine gitmektedir. Ancak bazı yapımcıların düşük bütçeli iş yapabilmek adına oyuncu olmayan kişilerle çalıştıkları zamanlar olabiliyor. Burada bizler devreye girip oyunculukları sesimizle tamamlıyoruz ve o oyuncunun görsel performansını yükseltiyoruz. Bu yüzden de dublaj görsel sanatların içinde de bir ana dal bence..
Ben yapı olarak çekingen ve mütevazıyım. Bazen bu yüzden istediğimiz yerlere gelemiyoruz. Ama ben yaptığım işin kalitesini biliyorum ve güveniyorum . Biz bir işin kaydını aldığımız zaman o işi ilmek ilmek dokuruz. Ayrıca yönetmen olan kişinin donanımlı olması şarttır.
Çevirmenlerle inişli çıkışlı fırtınalı bir ilişkimiz var. Onlara fazla kızamıyorum çünkü bizim yaptığımız iş ile onların yaptığı iş aynı değil. Onlardan bir yönetmen gibi bakmasını bekleyemeyiz. Ama daha dikkatli olmaları gerekiyor.
Sansür bu ülkenin vazgeçilmezidir halihazırda yarı sansür devam etmektedir. Dublajlı film ile dublajsız film arasında fark vardır. Dublajlı film orijinaline benzemez. Ama Türk seslendirmenler olarak bizler bu sektörde dünyada üst sıralardayız ve çok başarılıyız.
Ben genellikle altyazılı izlerim çünkü işim gereği dublajı dinlemekten filmin konusuna konsantre olamıyorum. Bir nevi “meslek hastalığı” diyebiliriz. Ama kaydını aldığım işlerimi takip etmek adına onları mutlaka dublajlı izlerim.
Bu durumda iş genelde müşteri kaynaklıdır. Eğer oyuncu karakter ile bir ün ve kaşe yapmışsa bu hakkı talep edebilir ancak müşteri istenen tutarı karşılayamadığı zaman yapacak bir şey yok. Bu durumda olay tamamen müşteri merkezlidir. Ama bence müşteri işinin kaliteli olmasını istiyorsa alışılan seslendirmeni tercih etmelidir.
İlk seslendirdiğim proje, Phienas and Ferb ve ilk seslendirdiğim karakter oradaki Baljeet karakteridir.
Bu iş çok zor ve özveri gerektiren bir iştir. Ben bunu biraz, yumurtaya üşüşen spermlere benzetirim. Yüzlerce sperm arasından biri ya da ikisi hayatta kalabiliyor. Bu işte biraz böyle. Stüdyolara hevesle gelen onlarca kişi oldu yönetmenlik yaptığım dönemde şahit olduğum. Ama çok az kişi tutunabildi. Çünkü zaman ve özveri isteyen bir meslek. İlk başlarda incelikleri öğrenmek gerekir. Sonra bunun maddi olarak donüşümü yavaş yavaş olur. Mesleğin olduğunda profesyonel olmuşsundur zaten ve karşılığını mutlaka alırsın.
Şu ana dek öncelikli olarak maddi beklenti içinde olmadım. Ama dublaj yapmayı, oyunculuktan daha çok seviyorum. Şimdi yönetmenliğime ara verdim çünkü beni çok yordu. Şu an yoğun turneleri devam eden bir tiyatro oyununda sahne alıyorum Hayatım tiyatro ve dublaj arasında devam ediyor.
Burada bütçe devreye girmektedir. Örneğin seslendiren kişiye belli sayıda iş çıkarılmalıdır ki harcadığı mesaiyi karşılayabilsin. Bunu karşılayabilmek için de yönetmenler konuşmacıya birden fazla iş sunarlar. Bazen konuşmacıyı aynı filmde birden fazla rol konuşurken duyabiliriz. Projelerin bütçeleri astronomik rakamlar olmadığı için, işi döndürmek adına birden fazla rol konuşabiliyoruz. Buna turnike sistemi diyoruz. İşte tam burada şirketlerin ve kanalların “eli sıkılığı” yadsınamaz bir gerçektir.
Bu durumların eskide kaldığını düşünüyorum özellikle oyuncular sendikası devreye girdikten sonra ödeme yapmama, düşük bütçe yazma gibi tutumlar günümüzde yer almamaktadır.
O boykotun sonlarına denk geldim ve etkilenmedim. Kulak misafiri olmuştum ama konuya vâkıf değildim ve dublaj sektöründe çalışan, meslekte yeni biri olarak daha çok öğrenmeye odaklıydım, herhangi bir taraf tutma eğilimim olmadı.
Tulum kayıt dönemine denk geldim hattâ son neslindenim. Konuşmacı herhangi bir takılma yaşadığı zaman sarbaşa sistemi olmuyordu. Durdurup devam etme sistemi oluyordu.Ayrıca tecrübeli dublaj sanatçılarının yanında stres yaşıyorduk.
Hint dizileri seslendirdiğim oldu ama daha çok İspanyol dizilerinde konuşmacı ve yönetmen oldum. Çalışması en zor yapımlardır ama mesleği bu tarz projelerde öğrendiğimiz için mesleğe yeni başlayanlar için önemlidir.
Burada yönetmen devreye girer. Bazen kastlar hızlı şekilde yapılır. Başka bir gerekçe ise her stüdyonun bir ekibinin olması ve ekibine kazanç sağlama gerekçesidir. Yani ekip içindeki konuşmacılara kazanç sağlama amacı ile role yanlış kast veya uyuşmayan sesler yazılabiliyor
Aslında bir noktada doğru buluyorum bir yerde bu işin bu şekilde olması gerekiyor. Yalnız şöyle bir şey var ki bazı çocuklar bu iş için doğmuş olabilir ancak genel itibariyle sıradan okula giden ve okuldaki derslerden sonra stüdyoya gelen bir çocuktan bir verim alınamayacağı gibi aynı zamanda çocuğun vaktinden çalmaktır. Evet bazen çocuklarda konuşmalı ancak bazı rolleri de belli tecrübeye sahip konuşmacılar seslendirmeli.
Pandemi sürecinde stüdyolar evden kayıt sistemi uyguladı çünkü mecbur kalındı. Ama ben bu fikri genel olarak doğru bulmuyorum. Çünkü stüdyolarda kullanılan mikrofonlar pahalı ve iyi bir mikrofon ama evlerde kullandığımız mikrofonlar çoğunlukla ev tipi. (Tabii az da olsa evinde çok iyi ses sistemi olan arkadaşlarımız da var.) Bunun sonucunda hatalı işler çıkabilir bu yüzden doğru bulmuyorum. Ama ne yazık ki çoğu stüdyo zamandan tasarruf etmek adına bu yöntemi kullanıyor. Sektördeki onlarca seslenden biri olan Seval Tufan’a bu harika röportaj için İznik Gazetesi ekibi olarak teşekkür ederiz. Bir sonraki İşte O Ses röportajlarına kadar esen kalın.