İŞTE O SES ELİF ACEHAN (GENESİS SANAT AKADEMİ)

0

Seslendirme sektörüne kaç yılında başladınız? Neden bu sektör?

Ben seslendirme sektörünün içine doğdum. Babam dublaj yönetmeni ve tiyatro oyuncusu Kahraman Acehan. Annem de tiyatro oyuncusu ve eski dublaj sanatçısı Hikmet Körmükçü. Benim dublaj yapmadığım bir tarih ben hatırlamıyorum. Benim dublajda bu sene 41. yılım. Şu anda 46 yaşındayım ve 3- 3,5 yaşlarımda ilk dublajımı yapmıştım. Mevzu bu, yani hayaldi ya da hayal değildi hiç öyle bir şey yaşamadım. Dublaj heyecanı yaşamadım. Hatta şöyle başladım:

Babam yerli bir film alıyormuş yönetmen olarak. Rahmetli Ünal Küpeli (çok önemli bir Yeşilçam yönetmenidir.) demiş ki: “Ya bu çocuğu (filmde çocuk oynatmışlar) çocuk konuşsun.” Ondan sonra babam, tamam bulalım bir çocuk falan demiş. Demiş ki Ünal Küpeli: “Ya Kahramancım kızın burada duruyor. Küçük çocuk, o konuşsun işte.” Babam: “Ama abi o küçük” demiş. “Ya konuşur o” demişler. Ben de konuşmuşum. Dublaja öyle başlamışım.

İlk ses verdiğiniz projeyi hatırlıyor musunuz?

İlk kendimi bildiğim ve konuştuğum yani ortanın üzerinde bir rol konuştuğum 11 yaşında falandı; başrole yakın bir rol konuşmuştum. Çok heyecanlanmıştım. TRT’ de “Ahtapot” diye bir İtalyan dizisiydi. Orda hatta kuzenim de Nazım Körmükçü, başrol konuşuyordu. Ben de böyle yanında konuşuyordum. Tabii ustalar etrafımızda: Pekcan Koşar, Sadrettin Kılıç, Saadettin Erbil, Alev Emre… Böyle etrafımız sarılı ben de böyle küçücük orda onu konuşmuştum, onu hatırlıyorum.

Kendi sesinizi televizyonda veya sosyal mecralarda duyduğunuz zaman ne gibi tepkiler veriyorsunuz?

Hiçbir tepki vermiyorum. Ben hiç heyecanlanmıyorum. Çünkü bu bizim mesleğimiz yani normal geliyor gerçekten. Mesela insanlar şey de yaşıyor: Sıradan vatandaşların ünlü diye bir kavramları var. Ben de o da yok. Çünkü benim etrafımda çocukluğumdan beri insanların ünlü dediği insanlar var ama benim için abla, abi, o ya da ismiyledir. Bizim için öyle bir şey yok. “Sesimi duydum heyecanlandım. Şununla çalıştım heyecanlandım.” gibi. Çünkü ben en babalarla artık çalışmışım, bitirmişim yani işimi. 40 senedir sadece yanlış bir şey yaptım mı diye ara ara seyrederim. Emin olmadan stüdyodan çıkmam. Dublajcı ya da sanatçı, ben oldum diyen hiçbir zaman olmamıştır; olamaz da. Çünkü onu hissedip o kibre bir an bile kapılırsan zaten çöküş başlamış demektir.

 

Her insan bu sektörde çalışabilir mi? Sanatçı olabilir mi? Neler gerekir?

Hayır. Her insan dublaj sanatçısı olamaz. Bunu kötü anlamda söylemiyorum. Tam tersi insanların iyiliği için söylüyorum. Çünkü insanlara boşa ümit vermek, boşa zaman kaybettirmek, boşa paralarını almak çok ayıp, günah ve yazık bir şey. Dublaj sanatçısı olmak için nelerin gerektiğini ilk önce öğrenmek gerekiyor. Dublaj için ilk gerekli şey zeka. Çünkü senkron tutturmak zorunda oyuncunun ağzında. Senkron da sadece konuşurken değil; ağlıyor, gülüyor, parçalanıyor, biri dövüyor, kaçıyor her şeyi senkron olarak nidalarıyla, konuşmalarıyla beraber yapmak zorundasın. İkinci olarak “Oyunculuk.”  Biz normal oyuncular gibi hür değiliz. Stüdyonun içinde elini şöyle yaptın mı onun fırt diye sesi mikrofona giriyor. Biz böyle hareketsiz bir şekilde yani jest uz kullanmadan sesimizle oyunculuk yapmak zorundayız.

Temel eğitime aynı bu söylediğim gibi hiçbir şey bilmeyen katılımcı adaylarımızı tercih ediyoruz. Çünkü daha önce bir eğitim almamış başka birinin bizim bu ciddiyetle ve aşkla yaptığımız şeyi anlayamayacağını düşünüyorum. Ben çok özel bir şey yapmaya çalışıyorum eğitim anlamında. Temel eğitime geliyorlar. Bu mikrofon, bu koltuk, bu kulaklık diye başlıyoruz biz ve bizim gibi çocukluktan başlamış olanlar haricinde hiç kimsenin bilmediği stüdyo adabı diye bir ders de öğretiyorum. Stüdyoya nasıl girilir, nasıl çıkılır, stüdyoda ne yapılır, ne yapılmaz? Biz bununla başlıyoruz. Sonra “Bakın şimdi ses kulağınıza geliyor, o anda konuşmaya başlıyorsunuz bitince bitirmiş olmak zorundasınız.” Bir taraftan ekran izleniyor. Kulağından ses geliyor. Onu ve ekranı takip etmek zorundasın. Oku, dinle, izle, oyna ve senkron tuttur. Bu oturduğunuz yerden konuşuyorsunuz mesleği değil. Stüdyo heyecanı diye bir şey var. Katılımcı adaylarımıza bu konuda yardımcı olmaya çalışıyoruz. Dublajın sesle hiçbir ilgisi yok. Biz nasıl konuşması gerektiğini öğretiyoruz her şeyin başında. O sesi nasıl kullanacağını bilmen önemli. Benim en büyük lafımdır. Ses güzelliği diye bir şey yok, sesi kullanmayı bilmeyen insanlar var.

 

Ülkenin bazı kesimleri Türkçe dublaj olmadan izlemeyi tercih ediyor. Çünkü dublaj piyasasını iyi görmüyorlar. Bu konu hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Ses ile uyumsuz diye bir şey varsa eğer dublaj sanatçısı yeteneksiz demektir. Çünkü mesela senin tipinden de daha farklı bir ses çıkabilir ama bunu gerçekten iyi bir dublaj sanatçısıysan o ses ile görüntünün uyumunu yakalatırsın, oyununla verirsin. Sesinle değil. İstersen çok ince bir sesin olsun, istersen çok kalın bir sesin olsun. Öyle bir oynarsın ki dublaj sanatçısı olarak aktörü, hiç kimse bir şey diyemez. Seyircinin anlayamadığı ya da düşünemediği kısım bu bence.

Şu alt yazıyla seyretmeyi, orijinal sesiyle seyretmeyi tercih ediyorum diyenlere bir çift sözüm var. Şimdi bir kere alt yazı okurken bizim mesleğimize sahip değillerse oyuncuyu seyretme şansları yok. O zaman sen filmi seyretmiyorsun, yazı okuyorsun. Sesi dinliyorsun tamam ses çok güzel, adamdan çıkıyor gerçekten orijinal ses. Bunu söyleyecek insan “Ben Türkçe dublaj sevmiyorum.” demekte. Birincisi burası Türkiye Cumhuriyeti canım arkadaşım! Lütfen oraya gidip başka bir ülkenin başka dilini konuş o zaman. Bu ülkede mesela görme engelli vatandaşlarımızın ne kadar çok olduğunu unutuyorlar arkadaşlarımız. Türkçeyi bilmeyen, yazmayı okumayı bilmeyen kaç milyon insan var Türkiye’de biliyorlar mı acaba onlar? Yani herkes kendini kendi çevresi kadar sanıyor. Ülkede sorun o. Mesela bir de ben orijinal seyretmeyi seviyorum diyen bir insana benim yaptığımı yapmasını öneriyorum. Ben ana dilim gibi İngilizce biliyorum. Madem Türkçe sevmiyor kapatacak alt yazıyı oyuncu seyredecek. Ben mesela oyuncuları seyrederim. Türkçe dublaja laf etmeden önce nerede yaşadığını, Türkçe dublaj yapan insanların hem okuma yazması olmayan hem görme engelli hem çeşitli başka engelleri olan kaç milyon kişiye hizmet ettiklerini de düşünerek konuşmalılar.

 

Seslendirme çalışma grubu sendikası tam olarak ne işe yarıyor? Hangi haklarınızı savunuyor?

 

Zam haklarımızı savunuyor. Onlar çok uğraştılar. Sağ olsun sevgili Sercan Gidişoğlu çok çok uğraştı bu konuda. Açıkçası başka ne yapıyorlar bilmiyorum. İşte böyle dönem dönem insanların haklarıyla ilgileniyorlar.

Sendikanın belirlediği ücretler altında çalışanlar için söylemek istediğim çalışma işte. Çok samimi söylüyorum bunu da. Bunu senin sırtın rahat olarak düşünme yani. Değil çünkü. Ben de parça başı para kazanan dublaj sanatçısıyım. Yani gitmediğim zaman ben de belki kiramı ödeyemiyorum ama bunu kimseye söylemem. Namusum daha önemli kardeşim deyip rica ederim böyle bir zorluğum var derim. Bu daha önemli. Çünkü piyasada 15 kişiyi kurtaracağım ben bunu yaparak. Bunu düşünemiyorlar. Maalesef bu bencillik.

 

Sektörün gidişatını nasıl görüyorsunuz?

 

Bizim gibi insanların gelmesi lazım. İşler düşük doğru ama ülkenin durumundan kaynaklanıyor. Seçim, ekonomik kriz… Gelen platformlar bile ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ama dublaj ölmez. Dublaj ölecek bir şey değil. Artık bilgisayar oyunları var. Artık yapay zeka diye bir şey var. O yüzden böyle bir durum varken dublaj ölecek falan diyemeyiz. Bir de çeşitli engelleri olan vatandaşlarımız var, ulusal ve özel televizyonlar var. Okuma yazma bilmemek gibi bir gerçek var. Sesli kitaplar var. Navigasyonlar var. Her şey konuşuyor. O yüzden dublaj ölmez ama bu iş için de gerçekten ben buna yüreğimi verip öğrenmek istiyorum diyen insanın eğitim alması gerekiyor.

 

Bazı stüdyolar kayda girmeden önce telefonları alıyor. Bu konu hakkında neler söyleyebilirsiniz?

 

Alsın tabii. Dublaj yaparken neden fotoğraf çekersin ki. Niye? Bunu nasıl yaparsın biliyor musun? Mesela Birtanem Candaner yapıyor. Çünkü o hoca. Kadın 40 senedir dublaj yapıyor. O bir taraftan fotoğraf çeker, bir taraftan 5 bölüm talya konuşur. O çeksin ama sen daha 3 gün olmuş “stüdyoda fotoğrafım var” yok ya! Bunu zannetmesinler ki kötü niyetle söylüyorum. İyilikleri için söylüyorum. Çünkü bizim meslekte olursan ağaçtan düşersin. Olmadığın müddetçe o ağaçta kalırsın. Bize babalarımızın, dedelerimizin öğrettiği şey buydu. Hiçbir usta: Müdrike Çoşansu, Gülen Karaman, Funda Oskay, Alev Emre bunlar mesela asla oldum demez. Bu kibre kapıldığın anda çöküş dönemine girersin. Çıkamazsın bir daha. Çünkü bir şey öğrenemezsin.

Benim çalışırken tersim yoktur. Çalışırken sadece çok disiplinliyimdir. Eğitimlerde çok eğleniyoruz, çok gülüyoruz. Çünkü sevmeden, aşık olmadan yapamazsın bu işi. Bir stüdyoda yönetmenlik yaparken son derece ciddiye alırım işi. Yine gülerim. Yine eğlenirim. Ama içerde lakaytlık sevmem. Çünkü çok saygı duyduğum bir şey benim. Evlilikler bile 40 sene sürmüyor. Ben 40 senedir bu stüdyolara giriyorum, çıkıyorum. Orası mabet benim için. Yani orada herhangi bir şeye saygısızlık yapamazsın. Güleriz, eğleniriz. Her şey dozunda olur. Dışarıda bambaşka; gayet şen şakrak biriyimdir. Bu babamdan öğrendiğim bir şey.

Mesela ben babama TRT stüdyolarında (neredeyse orada doğdum) bir kere bile “Babaa!” diye bağırmadım. “Kahraman Bey” dedim çocukluğumdan beri. Çünkü dedi ki: “Burada baba yok” Beni işlerine çağırmazdı hani torpil olduğu zannedilmesin diye. Başka yönetmenler çağırırdı. Aynı şekilde Arda Aydın da bunu yaşardı. Sezai Aydın zaten babası daha ne diyebilirim ki. Onlar aynı tarzda adamlar. Babam da öyleydi, Sezai Abi de öyleydi. Çok severdim hâlâ seviyorum. Biz Kahraman Bey, Sezai Bey böyle hitap ediyoruz. Dışarı çıkarsın “Baba bana pantolon alsana!” dersin. Ama orası stüdyo. Karı- Koca, Çocuk- Baba, Çocuk- Anne böyle şeyler bize hep öğretildi yani. Çok saygı duymamız gereken bir şey. Her şeyin başında biz bundan ekmek parası kazanıyoruz. İkincisi özel bir meslek.

 

Sektöre yeni başlayan gençlerimiz için neler söylemek istersiniz?

 

Olmasınlar ve bu arkadaşlarımıza zaman zaman bazı stüdyolarda daha yeni başlamış bir dublaj sanatçısına göre fazla gelecek karakterler seslendirtiyorlar. Bunları teklif ediyorlar. Mesela ünlü oyuncular, Oscar’lı oyuncular gibi. Biz de konuşmayalım, sakın yanlış anlamayın bunu. Belli bir olgunluk var ve o olgunluğa gelmek için bu piyasanın içinde sürekli aktif olarak en az 5 sene dublaj yapman lazım. Ustaları seyretmen lazım. Ayrıca görsünler kendilerini. Ben bunu konuşamam demeyi bilmek çok önemlidir bizim işimizde. Bunu dersen çok büyük adam olursun.

 

Bu karakter benim sesime hiç uymadı dediğiniz bir an oldu mu?

 

Hiç olmadı. Ben işimi mükemmel hale getirmeden çıkmam o stüdyodan. Olmadı demem asla. Çok küçükken başladım ya işe, öyle bir şeylerim yok hayatımda. Yani ya iyi oluyor ya iyi oluyor. Öyle çıkabilirim ancak. O iş mükemmel olmadan benim gözümde, yönetmenimin gözünde, teknisyenimin gözünde yani ben o an kiminle çalışıyorsam, gerçekten çok iyi olmadan ben oradan çıkmam. O yüzden hiç yaşamadım bu olmadı ya diye.

 

Leave A Reply

Your email address will not be published.