YOLLARIMIZ(1)

0

İznik, dört yöne açık olan yolların birleştiği bir tarih şehri, bir ulaşım merkezidir.

Şu bildiğimiz Yenişehir, Bursa, Orhangazi, Adapazarı yollarının geçmişini, oluşumunu pek çoğumuz bilmez. Bu yolları bildiğimiz kadarı ile geleceğe aktarmayı, şu köşemizin hakkı olarak görürüm.

Önceliği İznik-Yenişehir yolu ile başlayalım. Derbent rampaları, Yenişehir ovasına inen köprüler boğazı, Alaylı altı ve Yenişehir.

Cumhuriyet döneminin ilk yıllarında “yol vergisi”ni ödeyemeyen vatandaşların kazma, kürek ile bizzat çalışarak, insan gücü ile yapılan yoldur. Düşman, en son İzmir’de denize döküldükten sonra 1923 de Cumhuriyet’in ilanı ve yeni bir Türk Devleti kurulmuş. Savaşlar, pek çok insanımızı cephelerde şehit vermiştik. Memleket perişan, yokluk, imkansızlık içinde çalışamayan yaşlı ve kadın nüfusunun yoğun olduğu bir dönemde, nüfusun artışını teşvik için yol vergisi konulmuş. En az 5 çocuk sahibi olan aileler bu vergiden muaf tutulmuş. Daha az çocuğu olanlar ise vergi ödemek zorunda. Vergiyi ödemiyorsa yapılan yol çalışmalarında çalışarak vergi borcunu ödeyecek. Bununda çocuk sayısına göre süreleri var tabi. Burada amaç hem çok çocuk yaparak nüfusu çoğaltmak, hemde çocuk sayısı az ise vergiyi de ödeyecek parası yok ise yol yapımında çalışarak Devletin hizmetlerine katkı sağlamak.

Bizzat İznik-Yenişehir yolu yapımında çalışan babamın arkadaşlarından Dede İbram(İbrahim Sert) ile bir gün Yenişehir’e gidiyorduk. Onu, tanıdığım bir doktora götürüyordum. Derbent’ten aşağı doğru inerken düzlüğe yokuş virajlı yere köprüler boğazı derlerdi. Tam oraya varırken “Bu yolları biz yaptık, yol vergisi ödeyemedik, geldik yolda çalıştık, haftalar sürdü. Bir gün bohçalarımızda kuru ekmek bile kalmamıştı. Benden büyük biri sen git şu gördüğün Alaylı Köyü’ne, oradan ekmek iste, al getir dedi. Köye vardım. bir evin avlusundan duman tütüyordu, çaktırmadan yoldan kolaçan ettim. Ekmek için fırın yakmışlardı. Birkaç kadın vardı. Biri beni gördü, avludan yola doğru bana yaklaştı, sen yolda çalışanlardan mısın dedi. Hee dedim ama gözüm fırında idi. Ekmeğiniz yok anlaşılan dedi. Yok, kalmadı dedim. Git şuralarda eğlen, ekmekler pişince, ben yola çıkar bakınırım dedi. O zaman gelirsin, ekmek götürürsün arkadaşlarına dedi. Olur dedim, ileride duvar dibinde oturup uyuklamışım, sesler duydum, o teyze eli ile çağırıyordu. Gittim, eski sofralık gibi yamalı beze ekmekler koymuş. Hadi bunları götür arkadaşlarına dedi. Aldım ekmekleri sırtıma biraz sıcaklardı yandım ama çalıştığımız yere uçar gibi gittim. Hepimiz oturup o sıcacık ekmeği öyle bir yedik ki buradan her geçişimde o ekmeklerin tadını, sıcaklığını yaşarım.” Diye anlatmıştı.

Her halde tarih olarak 1930’lu yıllar olabilirdi. Çünkü babam 1325(1909) doğumlu idi. Dede İbram’da birkaç yaş büyük olabilirdi.

Devamı haftaya

Leave A Reply

Your email address will not be published.