“GÜLDÜRME BENİ HARİCİYE”

0

1960’lı, 70’li yıllarda senelerce sahnede kalan bir tiyatro oyunu vardı. Şimdi yazarını hatırlamıyorum ama iyi bir oyunca ekibi oynuyordu. Bizim dış temsilciliklerimizdeki acaiplikleri, saçmalıkları çok güzel hicvediyordu. Hariciye(Dışişleri) bakanlığındaki artık modası geçmiş uygulamaları tatlı bir dil ile komedi türünde adeta dantel gibi işliyordu. O yıllarda, en çok başbakanlık yapan Rahmetli Süleyman Demirel bu oyunu izlemişti ve gazetelerde izleme anında çoşku ile gülerken resimleri çıkmıştı. Rahmetli, gayet olgunlukla karşıladığı Dış işlerinin bu halini kendiside samimi bir dil ile yaralı parmağa dokunurcasına temas etmiş, Dış işlerinde zamanın ihtiyaçlarını ve politikasını yakından izleyebilecek değişimler o dönemlerde başlatılmıştı.

Türkiye, yıllarca “yetişmiş elemana” ihtiyaç duydu. Dahası “Diplomasi” alanında insan yetiştirmekte çok sıkıntılar çektik. Bu alanda uzman elemanlara ihtiyaç duyulur. Dünya coğrafyasını bilen, Dünya tarihini bilen, Dünya politikaları, ülkelerin ekonomik ve sosyal durumlarını bilen, dahası yabancı diller bilen, insanlar Dış işlerinin ağır yükünü taşıyabilirler. Bu yönleri iyi olan elemanlar “Ateşe” olarak dış temsilcikliklerimizde görev alır, hizmet yapar.

Ne yazık ki böylesine dört dörtlük elemanlarımızı yetiştirmekte çok zorlandık ve çok geciktik.

Bugünün dünyasında devletler dış ilişkileri vede devletlerinin diğer ülkeler ile ilişkilerine çok önem vermektedirler. Özellikle, ileri ülkeler, kalkınmış ülkeler ve Dünya politikasına hakim ülkeler, dahası Dünya jandarmalığına soyunan ülkeler, diğer devletlerin herşeyini tesbit etmekteler ve o ülkeleri kendi yanlarına çekip çıkar sağlamak için her yola başvurmaktadırlar. Devletler arası ilişkiler asıl olan temsil ettiğin devletinin üstün menfeatleridir. Bu, “üstün menfeat” yok ise öteki şartların varlığı ve geçerliliği hiç önemli değildir.

Yani canlı örnekler verelim: Almanya’nın kendisi için üstün bir menfeati var ise Türkiye’nin başındaki bölücü terör grupları onlar için hiç önemli değildir. Almanya Türkiye ile dosttur, müttefiktir, ortak çıkarları vardır, şudur budur, bunlar tamam der ama onun için üstün menfeat bunlar önde gelir, sana düşman PKK, Fetö daha ne var ise hepsini de sinesinde barındırır ve onlara sahip çıkar. Bu dostluğa, insanlığa sığar mı, sığmaz. Ama onlar kendi ülkelerinin, senin ülkene karşı üstün menfeati ne ise onun için herşeyi yapar.

Terörist başını yıllarca Avrupa’da saklayan, barındıran, ona her türlü desteği veren kimlerdi, hangi ülkelerdi? Almanya, Belçika, Fransa, İtalya hepsi aynı şeyleri yapıyorlar. Ne zamanki terörist başının o ülkedeki varlığı, kendilerine zarar veriyorsa o zaman onu paketleyip atıyorlar. Terörist başı artık onlara zarar vermeye başlayınca ne yaptılar. Alıp Afrika’ya postaladılar, Türkiye’ye de “asmamak” kaydı ile gidin alın, ne yaparsanız yapın dediler. Bizimkiler, millete kuru sıkı atarak “Apo’yu yakaladık” “Onu asacağız” cart curt laflarla Türk Milleti’nin önce gazını aldılar, sonra idamı kaldırıp onu ömür boyu mahkum ettiler. Koca İmralı’yı tahsis edip “kamp” yapar gibi yaşatıyorlar. Dahası, terör, PKK konularında herhalde bilgisine bile başvuruyorlar.

Tabiiki dış ilişkilerde en önemli bir unsurda “devamlılık” şartıdır. Bunu kısaca şöyle açıklamakta yarar vardır. Devletin başına gelen iktidarlara göre dış ilişkilerde değişim, oynaklık olmaz. Her devletin bir “Dış politikası” vardır. Bu politika, gelen siyasi iktidara göre değişmez. Bu, bir “milli politika” anlayışı ile değişir yada kısmen değişime uğrar. Öyle günlük politikalarla, basit nedenlerle dış politikası değişiklik gösteren ülkeler “güvenirlik” unsurunu kaybeder. Diğer ülkeler, o zaman o ülkeye olumlu tavır koymazlar.

Bu yanlışlara devam eder ve ciddiyetten uzak, tutarsız, geçersiz dış politika üreten bu ülkelere karşı da diğer ülkeler uzak davranış içinde olunca, o ülke “yalnızlığa” itilir. Bir ülkenin yalnızlığa itilmesi kadar “korkunç” bir olay düşünemezsiniz.

Nereden geldi bu temel dış politika bilgileri diyeceksiniz. Şuradan: 1960’lı, 70’li yıllarda uzun süre Dış İşleri Bakanlığı yapan Bursa Senatörü Rahmetli İhsan Sabri Çağlayangil ile yakın dostluğumuz vardı. 12 Eylül 1980 İhtilalinde TBMM senato başkanı sıfatı ile cumhurbaşkanlığına vekalet ediyordu. İhtilal sonrası tüm TBMM üyelerine konulan yasaklar ona konulmamıştı. Çağlayangil’de 1982 Ocak-Şubat aylarında bir ay Avrupa’yı dolaşmıştı. Dönüşündeki günlerde Ankara’da evinde ziyaret etmiştim. Uzun bir sohbet olmuştu. Sohbette bir ara ihtilal-Avrupa-Türkiye konularını konuşurken, sordum: İhtilalden sonra Türkiye Avrupa’dan nasıl görünüyor dedim. Yılların tecrübesi Çağlayangil:- Avrupa’nın bize bakış açısını biliriz, onun için bizde ona göre Avrupa ile ilişkilerimizi düzenleriz, Avrupa, Türkiye’yi sadık bir bekçi gözü ile görür. Haa 12 Eylül’den sonra Türkiye Avrupa’dan görünmüyor” demişti.

Türkiye’nin bu tecrübeleri, bilgileri, diğer ülkelerin Türkiye’ye bakış ve yaklaşımı önem arz eder.

Amma!… Kuzey Irak Kürt lideri Barzani’yi sen Türkiye olarak yıllarca muhatap alırsan, partinin büyük kongresine davetler yaparsan, hatta Ankara’da bile o devletin bayrağını göndere çekersen, Diyarbakır’da konserlere davet edersen, sonrada “referandum” yaptı diye bir sürü tehditlerden sonuç alamayınca dönüp “Bizim muhatabımız Bağdat yönetimidir” deyip rotayı değiştirirsen. İşte, böyle bir dış politika kimseye “güvence” vermez.

Buna benzer pekçok yanlışlarla “yalnızlığa” mahkum olduğumuzu ne zaman anlayacağız.

Acı bir gerçek ama Hariciye güldürüyor beni.

Hoşça kalın.

Leave A Reply

Your email address will not be published.