İznik Gazetesi olarak bugün sizlere yalnızca bir ses değil, bir hikâye sunuyoruz: sevgili Özgür Varul. Onu özel kılan, sahnedeki duruşu, kameradaki doğallığı ve karakterlere kattığı derin duygudur. Her cümlesi, her tonlamasıyla izleyiciye dokunan, karakterleri adeta yaşatan bir sanatçıdır. Varul’un sesi, sadece kelimeleri aktarmakla kalmaz; izleyiciye hisleri, ruh hâllerini ve karakterin iç dünyasını da taşır.
Özgür Varul’u yalnızca bir seslendirme sanatçısı olarak görmek büyük bir haksızlık olur. Oyunculuk ve seslendirme alanlarındaki ustalığı, karakterlere hayat veren yeteneği ve taşımış olduğu enerji, onu çok yönlü bir sanatçı hâline getirir. Sahne deneyimiyle kazandığı disiplin, kameradaki doğal duruşu ve dublaj stüdyosundaki incelikli performansları, onun her projeye kattığı değerin en net göstergesidir.
Her rolünde ve her seslendirmesinde izleyiciye kendini unutturup karakterin içine çeken Varul, hem genç sanatçılara ilham veriyor hem de sektördeki profesyonelliğiyle örnek oluyor. Sesin gücünü, oyunculuğun inceliğini ve karakterin ruhunu bir araya getiren bu eşsiz yetenek, Türk dublaj ve oyunculuk dünyasının parlayan isimlerinden biridir.
İznik Gazetesi olarak, Özgür Varul’un bu yolculuğunu siz değerli okurlarımızla paylaşmaktan gurur duyuyoruz. Çünkü onun hikâyesi, sadece bir sanatçının değil; tutkuyla, disiplinle ve yetenekle inşa edilmiş bir yaşamın da hikâyesidir. Her sesi, her rolü ve her performansı, sanatın gücünü bir kez daha hatırlatıyor.
Dublaj yapmaya başlama hikâyeniz nedir? Bu mesleğe sizi çeken şey neydi?
2006 yılında yerli diziler dublajlandırdı. Diziler sesli çekilmiyordu, teknoloji o kadar ilerlememişti 😊 Ben oynadığım işlerde kendi dublajımı yaparak başladım. O zamanlar yerli diziler çok uzundu, yayına zor yetişirdi. Yayın gününden önceki gece hızlıca dublaj yapılırdı. Gece saat 3’e, 4’e seanslar verilirdi. Böyle anlatınca kendimi epey yaşlı gibi hissettim. Ne derler; Türkçede değil ama yeni neslin deyimiyle, “boomer” gibi 😊
Aslında sesin büyüsüne hep hayrandım. Tiyatrodayken okuma provalarından çok keyif alırdım; karakterin duygusunu sadece sesle anlatabildiğim anlar beni çok etkilerdi. Dublaj da tam olarak o alanı açtı bana…
Seslendirme yaparken ilk başlarda karşılaştığınız en büyük zorluk neydi?
Kendi sesimi duymaya tahammül etmek. Kayıttan gelen o ilk yankı, insanın egosuyla yüzleşmesi gibi bir şey. Zamanla sese değil, duygunun geçip geçmediğine odaklanmayı öğrendim.
Mersin Üniversitesi Tiyatro Bölümü’nde aldığınız eğitim, seslendirme tarzınızı nasıl şekillendirdi?
Tiyatro disiplini bana “ölçülü” olmayı öğretti. Abartmadan, süslemeye kaçmadan, duygunun özünü bulmayı… Dublajda da aynı prensip geçerli: Az ama sahici.
Sesinizden ibaret sanılmanız sizi hiç üzdü mü? Oyunculuk yönünüzü yeterince gösterebildiğinizi düşünüyor musunuz?
Bazen “sesin öne geçmesi” insanı görünmez kılabiliyor, evet. Ama ben bunu bir eksiklik değil, başka bir ifade biçimi olarak görüyorum. Kamera karşısında görünmek bir tür varlık; mikrofonda görünmemek başka bir tür derinlik.
Bir karakteri seslendirirken kendi tarzınızı bastırmanız gerekti mi?
Elbette… “Tarz” biraz riskli geliyor bana, “klişe”yi çağrıştırıyor. Bence zaten kendi sesini değil, karakterin nefesini duyman gerekir. Her rolün farklı bir ruh tınısı var.
“Bir İstanbul Masalı” ve “İstanbul My Dream” gibi oyunculuk projeleri, seslendirdiğiniz karakterlere yaklaşımınızı değiştirdi mi?
Kesinlikle. Kamera önü, duygunun çıplak hâlini gösteriyor. O deneyim, mikrofonda da duyguyu fazla “oynamamayı” öğretti. Gerçek bazen fısıltı kadar sessizdir.
Sesinizi farklı karakterlere uydururken kendinizi kaybettiğinizi hissettiniz mi?
Bazen… Özellikle uzun soluklu animasyonlarda karakterin ritmi sizin nefesinizi ele geçiriyor. Ama o anlar bana iyi geliyor — kaybolduğum kadar var olduğumu hissediyorum.
Hiç sevmediğiniz bir karakteri seslendirmek zorunda kaldınız mı?
Oldu. Ama işin güzelliği şu: Sevmediğiniz karakteri anlamaya çalışmak sizi büyütüyor. Belki de empatiyi en çok o anlarda öğreniyoruz.
Aldığınız en sert eleştiri neydi ve nasıl tepki verdiniz?
Aldığım en sert eleştiri, seslendirmeye yeni başladığım sıralarda bir ustamın söylediği şu cümleydi: “Sen karakterin duygusunu değil, kendi duygunu oynuyorsun.”
Biraz gururum incinmişti ama sonra sesimle bir şey icat etmeye değil, zaten var olanı aktarmaya odaklandım. Bu eleştiri sesimden çok egomu terbiye etti.
Popüler bir karakteri seslendirmek üzerinizde baskı yarattı mı?
Evet. Çünkü herkesin kafasında o sese dair bir beklenti oluyor. Ama sonunda kendi tınımı bulduğumda, o karakter de bana ait oldu.
Teknik ya da prodüksiyon sıkıntılarıyla karşılaştığınız anlar oldu mu?
Bolca. Elektrik kesildi, ses patladı, kulaklık bozuldu, program çöktü… Ama o anlar bana sabrı öğretti. Mikrofon da sahne gibidir: Ne olursa olsun devam etmelisin.
Türkiye’de dublaj sektöründe yetenek mi, ilişkiler mi önde?
İkisi de. Ama ilişkiler seni içeri sokar, yetenek orada tutar. Uzun vadede kalıcı olan sadece işinin hakkını vermek.
“Sadece para için” seslendirme yaptığınız oldu mu?
Olmaz mı… Ama en kısa sürede o duygudan kurtulmayı öğreniyorsun. Çünkü sadece para için konuştuğun bir metin seni de susturuyor.
Kendi duygularınızı bastırmak zorunda kaldığınız anlar oldu mu?
Evet, ama bazen karakterin duygusu seninkinden büyük oluyor. O zaman geri çekilmek, orijinale saygı göstermek gerekiyor. Yapmamız gereken karakterin duygusunu olduğu gibi aktarmak; ne eksik ne fazla…
Sahnedeki doğallığınız ile dublajın teknik zorunlulukları arasında çatışma yaşadığınız oldu mu?
Evet. Çünkü mikrofonda “fazla doğal” olmak bazen kayıtta düz geliyor. Teknik ile içgüdü arasında sürekli bir denge sağlamak önemli.
“Keşke almasaydım” dediğiniz bir proje oldu mu?
Oldu, ama o projeler bana ne istemediğimi öğretti. Bu da az şey değil.
Türkiye’de dublaj sektörünün en büyük sorunları neler?
Değer görmemek. Dublaj hâlâ “arka plan sanatı” olarak görülüyor. Oysa doğru ses, bir yapımın kalbidir.
Sesinizin tanınır olması sizin için avantaj mı, yük mü?
İkisi de. Bazen bir avantaj, bazen değil. Ama ben o sesi artık bir imza gibi taşıyorum; yük değil.
Sizi en çok gururlandıran proje hangisiydi?
Bir tane söyleyemem ki, birçok var. Yani her proje değerlidir tabii ama bazıları daha çok keyif verir. Her seslendirme sanatçısı arkadaşımın da benim gibi “kıymetlileri” vardır eminim. Kendi yaratıcılığımı hissettiren projeler daha çok gururlandırıyor.
Hâlâ ulaşmak istediğiniz bir doruk nokta var mı?
Kendi sesimi tamamen özgür kılmak. Hiçbir kalıba, hiçbir formata sıkışmadan anlatabilmek.
Son olarak gelecek için seslendirme kariyerinizde radikal bir değişiklik planlıyor musunuz?
Evet. Artık sadece “seslendiren” değil, “sesle anlatan” biri olmak istiyorum. Belki podcast, belki sesli hikâyeler… Kendime özgür bir alan açmak istiyorum.
Özgür Varul’un anlattıkları, bir mesleğin perde arkasını değil; sesin, duygunun ve sanatın iç içe geçtiği bir hayatı gösteriyor bize. Onun hikâyesi, yalnızca bir kariyer değil; tutkuyla örülmüş, sabırla ilerlemiş ve kendi yolunu cesaretle çizmiş bir sanat yolculuğudur.
Sesin gücünü bazen bir söz, bazen bir nefes, bazen de bir suskunluk taşır.
Özgür Varul ise bize şunu hatırlatıyor:
Bir ses, doğru kalpten çıktığında sadece duyulmaz — hissedilir.
İznik Gazetesi olarak bu duygu dolu yolculuğa tanıklık etmekten gurur duyuyoruz.
Yeni projelerinde, yeni ses tonlarında ve yeni hikâyelerinde onun izini takip etmeye devam edeceğiz.
