GEÇMİŞİN AYAK SESLERİ, KAYSERİ’NİN SOKAKLARINDA

0

 

Bir sabah vakti Kayseri sokaklarında yürümeye başladığınızda, güneşin ilk ışıkları Erciyes’in zirvesinden yavaşça süzülürken sizi karşılayan tek şey taş binalar ya da cadde tabelaları olmaz. Hayır. Bu şehirde taşlar bile konuşur. Tarihin ağırlığını hissedersiniz adımlarınızda. Bir duvarın gölgesinde Bizans’tan kalma bir fısıltı, bir cami avlusunda Selçuklu’nun sabrı, bir hanın kemerinde tüccarların telaşı vardır. İşte Kayseri budur: Zamanda yolculuk değil, zamanla yürüyen bir şehir.
Rivayet o ki, ilk çağlarda adı Mazaka idi bu şehrin. Kapadokya Krallığı’nın kalbi, doğunun sert havasında yeşeren bir uygarlık merkeziydi. Sonra Roma İmparatorluğu geldi, adını Caesarea yaptı; Sezar’ın anısını yaşatmak istediler bu taşlarda. Bir zamanlar Kayseri sokaklarında, toga giymiş Romalı askerler yürür, halk forumlarda kararlar alırdı. Sonra Bizanslılar geldi, şehir artık Hristiyanlığın doğudaki ışığıydı. Ardından Selçuklu akınları… Osmanlı sancakları…
Zamanla adı değişti: Kaysaria, Kaysarîye, Kayseri… Fakat özü hep aynı kaldı: Dağların gölgesinde dimdik duran bir kültür hazinesi.
Bir gün, Hunat Hatun Külliyesi’nin taş avlusuna girin. O ağır ahşap kapıyı araladığınızda sadece bir yapıya değil, bir çağa adım atarsınız. Cami sessizdir ama duvarları dualarla doludur. Medrese kısmında zamanında çocuklar öğrenirken, şimdi ziyaretçiler tarihle buluşur.
Az ileride Gevher Nesibe Şifahanesi çıkar karşınıza. 1206 yılında kurulmuş. Dünyanın ilk tıp fakülelerinden biri. Burada insanlar sadece iyileştirilmemiş, iyiliğin ne demek olduğu öğretilmiş. Düşünün ki, sekiz yüzyıl önce burada şifa dağıtılıyordu.
Ve şehirdeki diğer taşlar: Kayseri Kalesi, Sahabiye Medresesi, Güllük Camii, Kurşunlu Hanı, Selçuklu kümbetleri… Her biri birer kitap gibi, elinize almasanız da size bir şeyler anlatıyor. Yeter ki sessizce dinleyin.

Kayseri’nin göğsüne hançer gibi saplanan ama aynı zamanda onu koruyan bir dev vardır: Erciyes Dağı. Her Kayserili için o, bir dağdan çok daha fazlasıdır. Kışın beyaza bürünür, zirvesi bulutlarla tokalaşır. Baharda karlar çözülür, suları ovalara can olur.
Eskiden bu dağın çevresinde efsaneler anlatılırdı. Hatta bir zamanlar Tanrıların dağı olduğuna inanılırdı. Bugünse kayak pistleri, oteller ve teleferikler var ama zirvede hâlâ sessiz bir kudret hissedilir. Sanki tarih hâlâ orada saklı.
Kayseri, sadece coğrafi olarak değil, tarihî olarak da bir kavşak noktasıdır. Doğu ile batının, kuzeyle güneyin tam ortasında. Bu yüzden yollar buradan geçer, insanlar buradan geçer, hikâyeler buradan geçer.
Bu da şehri bir ticaret üssüne dönüştürür. Selçuklu döneminden bu yana Kayseri, kervansarayları, hanları, pazarlarıyla meşhurdur. Bugün bu miras, modern sanayiye dönüşmüştür. Türkiye’nin en büyük organize sanayi bölgelerinden biri buradadır. Ama ne güzeldir ki, üretirken kimliğini kaybetmemiştir Kayseri.
Bir şehir düşünün ki, mutfağı kendi başına bir kitap olabilir. Kayseri tam da böyle bir şehir. Öyle ki bazı yemekler, sadece yemek değil, adeta seremoni gibi hazırlanır:
Mantı: Minik minik bohçalar. Üzerine yoğurt dökülür, tereyağında kızarmış salça gezdirilir. “Bir kaşığa 40 tane sığar” derler. Sığar da. Çünkü bu şehir sabrın şehridir.
Pastırma: Sadece bir et ürünü değildir. Soğuk Kayseri havasında kurutulur, çemenle bezenir. Kokusu bile Kayseri’de olduğunuzu hatırlatır.
Sucuk, Yağlama, Cıvıklı, Nevzine tatlısı, Katmer, Yağ mantısı…
Ve en güzeli de, bu yemeklerin sofrada paylaşılmasıdır. Kalabalık sofralar, büyük tepsiler, bol yoğurt ve samimi sohbetler… Kayseri mutfağı, doyurmaz sadece, bağ kurar.
Kayseri, sadece taşlara ya da yemeklere değil, insana da değer verir. Erciyes Üniversitesi gibi önemli bilim kurumları, Bilim Merkezi, Kent Müzesi, Arkeoloji ve Etnografya Müzesi, şehrin kültürel hayatını canlı tutar.
Ve tabii ki Mimar Sinan… Ağırnas’tan çıkan bu dahi mimar, sadece Kayseri’nin değil, insanlık tarihinin ortak mirasıdır. Onun “ustalık eserimdir” dediği Süleymaniye, aslında Kayseri’de atılmış bir tohumun meyvesidir.
Erciyes Kayak Merkezi – Modern bir turizm noktası.
Soğanlı Vadisi – Kapadokya’ya açılan gizli kapı.
Talas – Taş sokaklar, eski kiliseler, huzur dolu yürüyüşler.
Sultansazlığı Milli Parkı – Doğal yaşam ve kuş gözlemciliği için cennet.
Ağırnas Köyü – Mimar Sinan’ın doğduğu yer, yer altı şehirleriyle büyüleyici.
Kayseri, yalnızca bir şehir değil; bir ruhtur, bir hikâyedir. Belki de bu yüzden her gelen tekrar gelir. Belki de bu yüzden, buradan ayrılan bir yolcu, yanına bir kavanoz pastırma değil, bir avuç anlam alır.
Kayseri; tarih kokan taşlarında geçmişin izlerini, mutfağında sabrı, dağında gururu, insanında çalışkanlığı taşır. Bu yüzden ne zaman Erciyes’e baksanız, sanki bir baba gibi size göz kırpar. Çünkü Kayseri, Anadolu’nun sadece ortasında değil, ruhunda yaşar.

 

Leave A Reply

Your email address will not be published.