Marvel Sinematik Evreni (MCU), 2008’de Iron Man ile açılan o ilk kapıdan bu yana sadece kahramanların hikâyesini değil, bir neslin sinema deneyimini de şekillendirdi. Her film, seyircinin zihninde ayrı bir pencere açtı. Kimi zaman kahkahalar attık, kimi zaman gözyaşlarına boğulduk. Ama Marvel’ın asıl büyüsü, izleyiciyi kendi gerçekliğinin ötesine taşıyabilmesinde gizliydi. İşte Doctor Strange in the Multiverse of Madness, tam da bu büyünün en sert, en çarpıcı örneklerinden biri olarak 2022’de karşımıza çıktı.
Film, Spider-Man: No Way Home’un açtığı çoklu evren kapılarından içeri girmemizi sağlıyor. Stephen Strange, New York’un gökdelenleri arasında sıradan bir sabah yaşarken aslında evrenin kaderini değiştirecek yeni bir yolculuğa çıkmak üzere. Karşımıza çıkan America Chavez (Xochitl Gomez), sıradan bir genç gibi görünüyor; fakat onun yeteneği, evrenler arasında geçiş yapabilmesi. Ve bu güç, onu Marvel tarihinin en tehlikeli karakterlerinden biri olan Wanda Maximoff’un hedefi hâline getiriyor.
Wanda, yani Scarlet Witch (Elizabeth Olsen), WandaVision dizisinde gördüğümüz o kırılgan hâlin çok ötesinde. Bu filmde, kaybettiklerini geri kazanma arzusuyla yanıp tutuşan, karanlık büyü Darkhold’un etkisi altına girmiş bir figür var karşımızda. Çocuklarını yeniden kucaklayabilmek için, evrenleri yok etmeye dahi razı bir anne… Marvel burada büyük bir risk alıyor: Sevilen bir karakteri “kötü” rolüne koymak. Ama işte bu risk, filmin en güçlü tarafı hâline geliyor.
Doctor Strange ise yalnızca büyülerle değil, vicdanıyla da savaşta. Çünkü farklı evrenlerde kendi alternatif versiyonlarıyla karşılaşıyor. Kiminde kibirli bir büyücü, kiminde ise felakete sebep olmuş bir kahraman… Hepsi Strange’e bir gerçeği haykırıyor: Güç ne kadar büyükse, hataların bedeli de o kadar ağır.
Film, seyirciyi renkli ve çılgın evrenler arasında gezdiriyor. Boyalar gibi akan bir gerçeklikten tutun da, teknolojik açıdan farklılaşmış bir dünyaya kadar pek çok evren tasarımı, izleyiciyi adeta görsel bir sergiye sokuyor. Özellikle Illuminati sahnesi, çizgi roman hayranlarına büyük bir sürpriz niteliğinde. Burada tanıdık yüzler, alternatif versiyonlar ve Marvel’ın geleceğine dair ipuçları karşımıza çıkıyor.
Ancak çoklu evren sadece görsellik değil; aynı zamanda derin bir felsefi sorgulama da sunuyor. “Başka bir evrende farklı bir benlik yaşıyorsa, gerçek ben hangisi?” sorusu, film boyunca hem Strange hem de seyirciyi düşündürüyor.
Sam Raimi’nin imzası filmde her sahnede hissediliyor. Karanlık koridorlar, aniden beliren tehditler, ürkütücü müzikler ve bir anlığına bile huzur vermeyen atmosfer… Marvel izleyicisi bugüne kadar kahkahalar ve aksiyonla yoğrulmuş filmler görmeye alışmıştı; ancak Raimi bu alışkanlığı kırıyor. Özellikle Wanda’nın Illuminati üyelerine karşı verdiği mücadele, MCU tarihinde daha önce görülmemiş ölçüde ürpertici. Hatta filmin kimi anları, bir korku filminden fırlamış gibi.
Bu durum bazı seyircileri şaşırtsa da, Marvel’ın cesaretini de gözler önüne seriyor: Artık MCU sadece “renkli kahraman hikâyeleri” değil, çok daha geniş türleri kucaklayan bir sinema evreni.
Wanda Maximoff’un hikâyesi, Marvel’ın en acıklı anlatılarından biri. Çocukluğundan itibaren kayıplarla yoğrulmuş bir karakter… Önce ailesi, sonra kardeşi Pietro, sonra da kalbinin gerçek sahibi Vision. WandaVision dizisinde kısa süreliğine yarattığı “mutlu aile” balonu patladığında, Wanda’nın acısı büyüye büyüye bir felakete dönüştü. İşte bu filmde, onun saplantısı ve annelik içgüdüsü, bütün evrenleri tehdit eden bir güce evriliyor.
Onu izlerken seyirci, hem korkuyor hem de acıyor. Çünkü Wanda bir “kötü” değil aslında, sadece kayıplarını telafi etmek isteyen biri. Ve Marvel, bu gri tonları işlemekte bir kez daha ustalığını gösteriyor.
Doctor Strange, filmin sonunda sadece America Chavez’i koruyan bir kahraman değil; aynı zamanda kendi içindeki karanlıkla yüzleşen bir adam. Darkhold’un cazibesine kapılma tehlikesi, onun gelecekte MCU’nun daha da merkezinde olacağının işareti.
America Chavez ise Marvel’ın yeni döneminin simgesi. Genç, umut dolu ve çeşitliliği temsil eden bir karakter. Onun yolculuğu, Marvel’ın genç izleyicilerle bağını daha da güçlendirecek gibi görünüyor.
350 milyon dolarlık dev bütçesiyle film, şimdiye kadar yapılmış en pahalı Marvel yapımlarından biri oldu. Gişede 955 milyon doları aşarak büyük başarı sağladı. Ancak ikinci haftada yaşanan sert düşüş, seyircinin filmle kurduğu karmaşık ilişkiyi ortaya koydu. Kimileri filmi MCU’nun en cesur adımı olarak gördü, kimileri ise “fazla karmaşık” buldu.
Ama şu kesin: Marvel, bu filmle seyircisine “artık yeni bir döneme giriyoruz” mesajını verdi.
Doctor Strange in the Multiverse of Madness, bir Marvel filmi olmanın ötesinde, sinemada türlerin buluştuğu cesur bir deneme. Karanlık atmosferiyle MCU’ya farklı bir tat katıyor; Wanda’nın trajedisiyle kalpleri burkuyor; Strange’in yolculuğuyla sorumluluk kavramını sorgulatıyor.
Okuyan, izleyen herkes şu soruyu kendine soruyor: Eğer farklı bir evrende başka bir benliğimiz varsa, gerçekten “biz” kimiz?
Marvel bu filmle sadece görsel bir şölen sunmuyor; aynı zamanda izleyiciyi kendi varoluşuna dair düşünmeye zorluyor. İşte tam da bu yüzden Doctor Strange in the Multiverse of Madness, Marvel tarihinin en unutulmaz filmlerinden biri olarak hatırlanacak.