Bir gün Anadolu yollarına düşmek istediğimde, aklıma Çorum geliyor. Haritada Türkiye’nin kalbine yakın bir yer, belki küçük ama tarih kokan bir şehir. Adını Hititler’den ve leblebisinden alan bu memleket, bir gezginin merakını fazlasıyla körüklüyor. Ancak ne yalan söyleyeyim, henüz gitmedim. Bu yüzden Çorum’u bir hayal dünyasında yaşıyorum; duyduklarımı, okuduklarımı bir araya getirerek zihnimde kendime bir Çorum hikayesi kuruyorum.
Çorum denilince ilk akla gelen yerlerden biri Hattuşa. Hititler’in başkenti… İnsan düşünmeden edemiyor: Bu topraklarda binlerce yıl önce nasıl bir yaşam vardı? Aslanlı Kapı’dan içeri adım atıp, surların ardındaki şehir kalıntılarına bakarken ne hissederdim acaba?
Hattuşa’yı anlatan yazılar hep aynı cümlelerle başlar: “Hititler’in görkemli başkenti…” Ama ben burada sadece görkem aramıyorum. Tarihi bir şehirde, o taşlara dokunup geçmişin fısıltılarını duymak istiyorum. Belki bir tapınak duvarında tanrıların taşlara kazınmış yüzlerini izlerken, o dönemki insanların dualarını hayal edeceğim. Boğazkale’nin rüzgârı, binlerce yılın tanığı olan bu antik kenti dolaşırken yüzüme çarpsa… Kim bilir, belki rüzgâr bile bir şeyler anlatır burada.
Çorum’un leblebisi meşhur, bunu bilmeyen yok. Ama bir avuç leblebiyi elime alıp kokusunu duyduğumda, bunun neden bu kadar özel olduğunu anlar mıyım? Öğrendiğime göre Çorum’da leblebi, sıradan bir atıştırmalık değil. Bu şehirde leblebi, bir sanat gibi işleniyor. Eski usullerle yapılan bu minik lezzet, köklü bir geleneği temsil ediyor.
Düşünsenize, sokaklarında yürüyorsunuz ve her köşe başında bir leblebici dükkanı. Kapıdan içeri giriyorsunuz; sıcacık, kavrulmuş leblebi kokusu sizi sarıp sarmalıyor. Usta, tezgahın arkasında leblebileri kavuruyor, elleri hiç durmuyor. Belki de bir gün o dükkânlardan birinde, leblebinin Çorum için sadece bir yiyecek değil, bir kültür olduğunu anlamaya çalışacağım.
Bir şehrin ruhu, sadece sokaklarında değil, sofralarında da gizlidir. Çorum’a gitmeyi planlarken, mutfağını da keşfetmek istediğimi fark ettim. “Keşkek” diye bir yemek varmış; düğünlerin, bayramların baş tacı. Her kaşığında ailelerin mutluluğunu, dost sohbetlerini taşıyan bir yemek gibi anlatılıyor.
Bir de Çorum mantısı var. Kayseri’ninkine benzediğini söylüyorlar ama yöresel farklarla kendine has bir lezzet yaratmış. Yanına mis gibi süzme yoğurt, üstüne kızdırılmış tereyağı ve kırmızı biber… Şimdiden o sofranın sıcaklığını hayal ediyorum. Üstelik öğrendim ki, Çorum’da yemek sadece karın doyurmak için değil; insanların bir araya gelmesini, hikayelerini paylaşmasını sağlayan bir ritüel.
Çorum’un sadece tarihi değil, doğası da insanı cezbediyor. Henüz gitmedim ama Obruk Barajı Gölü’nden bahsedenleri çok duydum. Gölün kıyısında, suyun yüzeyinde yansıyan mavi gökyüzünü izlemek… Belki de o anda, her şeyin ne kadar basit ve güzel olduğunu fark ederdim.
Bir de İncesu Kanyonu varmış; yürüyüş yapıp, doğanın sesini dinleyebileceğiniz bir cennet gibi. Belki kanyonun içinde, suyun sesine karışan kuş cıvıltıları eşliğinde kendi içime dönerdim. Çorum’un bu kadar farklı yönü olduğunu bilmek bile insanı şaşırtıyor.
Bir şehrin gerçek hikayesi, insanlarında gizlidir. Çorumlular hakkında hep aynı şey söyleniyor: sıcakkanlı, misafirperver ve geleneklerine bağlı. Anadolu’nun o samimi havasını Çorum’da solumayı çok isterdim. Gittiğimde, bir kahvehanede oturup çayımı yudumlarken, birinin yanıma gelip “Hoş geldiniz” demesini hayal ediyorum.
Bir de eski el sanatlarına dair çok şey duydum. Bakır ustalarının atölyelerini görmek, çekiç seslerinin yankılandığı bir dükkanda ustaların ellerinden çıkan sanat eserlerini izlemek isterdim. O çekiç sesleri, belki de bu şehrin geçmişine atılan birer imza gibidir.
Gideceğim günü sabırsızlıkla beklerken, Çorum’un bende yarattığı merak her geçen gün artıyor. O sokaklarda kaybolmak, Hititlerin izlerini sürmek, doğasının huzurunu hissetmek ve o ünlü leblebisinden tatmak için sabırsızlanıyorum. Ama belki de en çok, bu şehrin kendine has hikayesini dinlemek istiyorum. Çünkü her şehir, ziyaretçilerine anlatacak bir şeyler saklar. Ve ben, Çorum’un sırrını çözmek için bir gün mutlaka orada olacağım.