73 YIL ÖNCE, YAZAR TALİP APAYDIN İZNİK’ de

0

İznik çok eski tarihi bir kent olması nedeniyle birçok gezginin yol güzergahında olmuş, gördüklerini, yaşadıklarını ve anılarını,  kitap ve dergilerde bir şekilde İznik konusunu dile getirmişler. Hatta yolu bu topraklara düşmüş kişilerden bazıları da ileriki yıllarda kendilerini yazın hayatının için de bulunca da yazılarında bir şekilde İznik yer almış.

 

Günümüze kadar gelen anılardan, şiirlerden, hikâyelerden ve gözlemlerden yola çıkarak yazılmış bir çok yazıya, şiire ve yazın insanına rastlıyoruz.

 

Bunlardan biri de, TALİP APAYDIN,  1945 lı yıllarda Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde öğrenciyken yaptıkları okul gezisi nedeniyle yolu İznik’e düşer.

 

 

Seksenli yıllarda Ankara’da bir dostumun bürosunda, tanışma fırsatım olmuştu Talip Apaydın’la. Genelde ülkedeki eğitim sorunları ve öğretmen yetiştirme sorunlarıydı konularımız, çoğumuzun öğretmen kökenli olması nedeniyle. Bir ara da konu nerelisine geldi ki bana yöneltilen bir soruyla İznikli olduğumu söyledim. Bunun üzerine, Talip Apaydın ,bak Kenan Öğretmenim diye anlatmaya başladı.

 

‘’1945 yılında  Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde son sınıfa geçmiştik ve yaz,  yaz dönemi için bir çalışma  gezisi planlamışdık. Buna göre gittiğimiz yerlerde hem bir şeyler öğrenirken, kendimizde gösteriler sunacaktık oradakilere. Güzel Sanatlar kolu olarak o yıl Gemlik-Bursa- Mudanya-İstanbul-Edirne programı yaparken, 17,18,19,20 Haziran günlerini de İznik e ayırdık……

 

Bu geziyle tanımış olduğum, İznik’i çok beğenmiştim.  Kasabanın okulu olan Merkez Birinci  İlkokulu’ nda sıraların üzerinde yatıp kalktık. O zamanlar hepimizin kalabileceği bir yer yoktu’’…

Bu arada İznik Belediye Bahçesi’nde, İzniklilere bir temsil ve müzik dinletisinden oluşan bir gösteri sunmuşlar. Bahçedeki ağaçların güzelliğinden de övgüyle bahsetti. Kasabanın idarecileri ve eşrafı tarafından çok iyi  bir şekilde ağırlanmışlar. Temsil esnasında tanıştıkları ve onlarla birlikte eğlenceye katılan kaymakamın ( O dönemde İznik Kaymakamı Selahattin Erçin’di) kızı da onları hiç yalnız bırakmamış. Kasabadaki  tarihi mekânları hep birlikte gezerken onlara rehberlik yaparak kaynaşmışlar. Yaz tatili nedeniyle babasının yanına gelen bu  liseli kızı da hiç unutamadığını özellikle belirtti.

 

‘’….. İznik ten 20 Haziran da ayrılmak için okuldan, arkadaşlarla eşyalarımızı toplayarak sahile indik. Bursa’ya gitmek için önce motorla Orhangazi’ye gidecektik. İskelenin yakınındaki tek katlı beyaz badanalı binaya eşyalarımızı bırakıp beklemeye başladık. Burası hem küçük bir kahve hem de Motorların kalkış idaresi gibi bir yerdi sanırım. Motorun kalkış vaktine kadar oralarda  vakit geçirip, zamanı gelince de Acar isminde motora eşyalarımızla yerleşip İznik ten göl üzerinden motor yolculuğu ile ayrıldık.”

 

Daha sonraki yıllar da İznik’te görev yapmayı hep arzuladığını ama kısmet olmadığını, içinde bir özlem olarak İznik’in kaldığını anlattı.

 

Ve bu gezisini   ‘’KARANLIĞIN KUVVETİ ‘’ adlı kitabının bir bölümünün de özetlemekteydi….    Kendi kaleminden…..

(………………)  Biz de Geyve yakınlarında Mekece İstasyonu’nun da trenden indik. Sırtımızda dürülü battaniyelerimiz, erzak çantalarımız. Ben ve arkadaşım, kemanlarımızı da almıştık. Oysa inşaatta çalışmaktan ellerimiz nasırlaşmış, kütük gibi olmuştu. Mevsim, haziran sonlarıydı, gece yağmur yağmıştı. İznik kasabasına doğru yola çıktık. Ortalık zümrüt gibi yeşildi. Bahçeler, bağlar, dut ağaçları, kavaklar, kirazlar…. Aman nasıl parlak yeşildi bütün doğa? Alışkın olmadığımız, yepyeni bir görüntüydü. İnsana coşku veriyordu. Küme küme konuşarak, gülüşerek yürüyorduk.. Biz gene Osman Nuri ileydik. Gene yurt sorunları, gene dertler…. Şu güzel dünya üstünde perişan insanlık. O söylüyordu ben söylüyordum. Yol da bitecek gibi değildi. Otuz kilometre mi, kırk kilometre mi, şimdi unuttum, git git bitmiyordu. Koca potinler içinde ayaklarımız şişmişti. Kimisi çıkarıp eline aldı. Toprak yumuşak olduğu için, yalınayak yürümek önce güzel gelmişti. Ama tez zamanda bunun da yanlış olduğu ortaya çıktı. Ayaklarımız alışkın değildi. Kimisinin ki şişti, yara oldu. Topallamağa başladılar. Kimisi acıdan yüzünü buruşturuyordu. Gene de neşeliydik. Türkü söylüyor, konuşuyor, yürüyorduk. Bir subaşında mola verdik. Zeytin, ekmek, peynir, bir de tahin helvası yedik. O gün helvayı arkadaşlar yemiyorlardı nedense. Ben bir şeyin farkında olmadığım için yiyordum. Sonradan anladım, helva gaz yağı kokuyormuş. Arkadaşlar aralarında işaretleşip bana haber vermemişler. Yedim, yedim… hatta bir iki arkadaşın hissesini de aldım. Ama baktım, gülüşmeye başladılar. Neden gülüyorsunuz diye sordum. ‘’Farkında değil misin be, helva gaz kokuyor’’ dediler. O zaman burnuma birden gaz kokusu gelmesin mi? Şaşmıştım. Daha önce duymuyordum da söylenince nasıl duymağa başladım? Güldürücü bir olay olarak hala belleğimde durur.

 

O gün akşama doğru İznik kasabasına vardık. Çeşitli devirlere ait tarih eserlerinin adım başında yükseldiği, bu günkü yapılarla iç içe yaşadığı, doğanın pek cömert davrandığı güzel bir kasabaydı İznik.  Bir ilkokulun dersliklerinde yatıp kalktık. Kaymakam, Milli Eğitim Memuru, bizimle yakından ilgilendiler. Gezilecek yerlerini gezdirdiler. Bir akşam Belediye bahçesinde müsamere verdik. Oyunlar oynadık, şarkılar söyledik. Eğitim memuru coşunca, inceden ‘’ guluguluu! ‘’diye bir ses çıkarıyordu. Herkes  gülüyordu buna. Ortalığı neşeye boğuyordu. İznik kaymakamının da yetişkin bir kızı vardı. Lisede okuyordu herhalde. Bize karışıverdi. Nereye gittikse birlikte geldi. Havamız hoşuna gitmişti. Bizimle birlikte gülüyor, söylüyor, şakalaşıyordu.

 

Ertesi gün İznik gölünde yüzdük. Yorgunluğumuzu giderdik. Ben İzniği o kadar sevmiştim ki sonradan oraya gitmeyi, orada görev almayı sık sık düşündüm.

Ama hayatın akışı uygun bir fırsat getirmedi.

 

Gölün karşı sahiline deniz motoru ile geçtik. Masmavi suyun yüzünde pat pat pat… diyerekten akıp giden motor yolculuğu hoşumuza gitmişti. İki yanda yemyeşil kıyılar görünüyordu. Ortalık yağmur sonrası duruluğu içindeydi.

 

Suya yakın bir kıyıya oturdum. Başımı eğdim iyice, bazen elleri suya daldırıyordum. Mavi sular yarıla yarıla  geride kalıyorlardı. Ne güzeldi buralarda doğa.

 

Gölün bitiminde rıhtım falan yoktu. Motor kuma yanaştı. Kimi suyun içine atladı. Kimi omzunda arkadaşını indirdi. Oradan Gemliğe kadar yeni bir yolculuk başladı.  (…………)

 

KARANLIĞIN KUVVETİ    –  Talip Apaydın      1967

 

TALİP APAYDIN
1926’da Ankara Polatlı’nın Ömerler beldesinde dünyaya geldi. Şiir, öykü ve roman yazarı. Çifteler Köy Enstitüsü ve Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü’nde öğrenim gördü. Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nü bitirdi. Çeşitli il ve ilçelerde öğretmenlik yaptı. İlk şiirleriyle öyküleri 1945, 1946’da Köy Enstitüleri dergisinde yayınlandı. Yoğun bir duygusallıkla toplumcu şiirler yazdı. Ardından roman ve öyküye yöneldi. Köy edebiyatını izleyen yazarlar arasında yer aldı. İlk romanı “Sarı Traktör”de tarımda makineleşme konusuna umutla yaklaştı. Yarbükü’nde ise köylüler arasında toprak ve su çekişmelerinin olduğu zorlu yaşam koşullarını anlattı. Öykü ve romanlarında doğa betimlemeleriyle birlikte insan ilişkilerini de kendi doğallığı içinde yansıttı. Anı, oyun, çocuk edebiyatı türlerinde de eserler verdi.

ESERLERİ :

ROMAN:  Sarı Traktör, Yarbükü , Emmioğlu , Yoz Duvar, Tütün Yorgunu,          Vatan Dediler
ÖYKÜ: Ateş Düşünce ,Öte Yakadaki Cennet, Duvar Yazıları,  Hendekbaşı        Hem Uzak Hem Yakın
ÖDÜLLERİ:  1975 TRT Sanat Ödülleri yayınlanmamış radyo oyunları “Yapılar Yapılırken” ve “Otobüs Yarışı” ile

1976 Madaralı Roman Ödülü Tütün Yorgunu ile

 

 

Leave A Reply

Your email address will not be published.