BİR HASANOĞLAN KÖY ENSTİTÜLÜNÜN GÖZÜNDEN 1945 DE İZNİK

1

Seksenli yıllarda Ankara’da bir dostumun bürosunda, tanışma fırsatım olmuştu Talip Apaydın’la. Genelde eğitim ve öğretmen sorunlarıydı konularımız, çoğumuzun öğretmen kökenli olması nedeniyle. Bir ara da konu nerelisine geldi ki bana yöneltilen bir soruyla İznikli olduğumu söyledim. Bunun üzerine, Talip Apaydın: bak Kenan Öğretmenim diye anlatmaya başladı.
‘’1945 yılında Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsünde son sınıfa geçmiştik ve yaz dönemi için bir çalışma gezisi planlamıştık. Buna göre gittiğimiz yerlerde hem bir şeyler öğrenirken, kendimizde gösteriler sunacaktık oradakilere. Güzel Sanatlar kolu olarak o yıl Gemlik-Bursa- Mudanya-İstanbul-Edirne programı yaparken, 17,18,19,20 Haziran günlerini de İznik e ayırmıştık…… Konuşma boyunca yolculuk anılarını aktardı. Ayrıca Köy Enstitülü eski bir arkadaşının günlüğüne ulaşmama yardımcı oldu.
Ankara Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü Güzel Sanatlar Bölümünün yaz tatili programında İznik, Gemlik, Bursa, Mudanya ve İstanbul vardı. Bölüm öğrenci ve öğretmenleriyle katılacaktı. Gezi sırasında gidilen yerlerde tarihi ve turistik yerler gezilecekti. Bu arada bu yerlerde müzik ve tiyatro gösterileri sunulacaktı.
Ve İznik Gezisi başlar…………………………Günlükten arta kalan satırlar…….

12 Haziran 1945 Salı

Salı günü, toplu çalışma yapılacağı önceden duyurulmuştu. Toplu çalışma dediğimiz, piyes provası, korolar, kısacası gittiğimiz yerlerde yapacağımız gösterilerde yapılacaklar tekrarlanacak
Öztekin Öğretmen önce gezinin gerçek programını anlattı:

“Cumartesi sabahtan ayrılış. Gündüzü Ankara’da geçireceğiz. Tren saatinden bir saat önce İstasyonda toplanacağız. İstanbul treni ile Bilecik yakınlarındaki Mekece’de inilecek. Mekece- İznik arasında geniş yol olmadığından araç çalışmıyor, zorunlu olarak yaya gidilecek. Yolun çok uzun olmadığı söyleniyor. İznik’te 2 gün kalınacak. Oradan da Gemlik’e geçilecek.
Mekece’de trenden gece inilecekmiş, gece tren durağında ne yapılacak? Bölüm Başkanımız, eşi ile kızları alıp araçla gidecekmiş, yolu bulmakta zorluk çekilmeyecek mi? Sorular soruları izledi. Gülüyoruz ama için için de kaygılanıyoruz. Mekece İznik arası kaç km.? Herkes bunu soruyor. Bir öğrenci kestirdi attı:
-Hepiniz köylü çocuğusunuz, babalarınız km. ile mi yürüyordu?
Mekece’ye inince sorunca bize:
-He ya, te şuracıkta! derler, biz de birkaç saat sonra gideceğimiz yere varırız.

16 Haziran 1945

İstasyon önünde bir grupla karşılaşınca konuşmamızı kestik. İstasyon oldukça kalabalık. İstanbul’a arka arkaya iki tren kalkıyormuş, herkes birilerini uyardı:
Tren de tam saatinde yola çıktık. (Saat 19:00) Uzunca bir süre arkadaşlar geçilen yerleri birbirine göstererek konuştular. Bu yolların en bilgiçleri Azmi Erdoğan, Talip Apaydın onlara bir de 1. sınıflardan Naci Ön katıldı. Gece ilerledikçe konuşmalar kesildi. Eskişehir’i geçince herkes sustu. Kısa bir kestirme ben de yapmışım, Bilecik sözünde uyandım. Bilecik üstüne çok özel bir ilgim var. Belki de ilk tarih bilgim bunlar. Babamın, kahve ocağının üstünde balta-keser arası keskin saplı alet vardır. Soranlara babam anlatırdı:
-O bir Nacaktır. Nacak, Osmanlıların ilk savaş silahıdır. Osmanlılar, nacaklarını bir taşta bileyip Bursa’ya saldırmış, zaferi kazanmışlardır. Nacakların bilendiği yere sonra Bilecik adı verilmiştir. Bilecik, bıçak bileme sözünden gelmektedir.

Pencereden bir şey görmedim ama uykum da dağılmıştı. Mekece’yi sordum. Sorduklarım da iyi bilmiyormuş, biri:
-Bir istasyon sonra, öteki, bir değil iki istasyon! dedi. Bu bilgi de bana yetti, uyumayacaktım.

Oldukça telaşlı tavırlar içinde vagondan indik. Herkese göre benim yüküm ağır, Ağırlığı bir yana değerli. Elimden düşürsem, belki bir bozulma olacak. Akordiyonda bir ses bozulsa kaldır at. Bunu düşünerek kutuyu dikkatle taşıyor, yere koyarken özen gösteriyorum.

Mekece, küçük bir istasyon ya da büyükçe bir durak. Daha önce gelip geçtiğim için yadırgamadım. Ne var ki, şimdi inip çevresine bakınca daha ilginç geldi. Önce adına takıldım: Mekece adı nereden geliyor?
Bizim gibi yolcular var. Sorduğum Kırmızı şapkalı görevli yolcuları gösterdi:
-Onlar buralara yakın oturuyor, bilirler. Gösterilenlere yaklaştım:
-Mekece ne demek? Bu ad buranın eski adı mı yoksa yeni mi kondu? Oturanlar arasında bir de görevli varmış, yüzler ona döndü. Görevli, burada yeni olduğunu, bilmediğini söyledi. Ötekilerden de omuz silkip yüzünü çevirenler oldu, aldırmadım. Eşyalarının üstünde oturan biri de bana sordu:
-Görevlilere neden sormuyorsun.
-Sordum: İlk sorduğum, karşısındaki birini gösterdi:
-O bilir. O, dediğine baktım, o da bir başkasını gösterdi. O başkası da sizi gösterdi!
Eşyalarının üstünde oturan, gülümser gibi bir tavır takınarak, bir savaştan söz etti. Türklerle (daha doğrusu o, Müslümanlarla Gavurlar dedi) düşman karşı karşıya savaştığı bir sırada
Müslümanların savaşı kaybetmesi mukaddermiş. Ansızın Mekke’den gelen Müslümanlar, düşmana burada görünmüş. Düşman Mekke’lilerin geldiğini görünce kaçmış. İşte o zaman buranın adı Mekece olmuş. Yani Mekkelilerin göründüğü yer. Söylenene inanır göründüm ama hangi savaş olduğunu da sormadan edemedim. Anlatıcı:
-Doğrusu orasını bilemiyorum, bence Peygamberimiz Hazreti Muhammet zamanındaki savaşlar olsa gerek! deyip kesti.
Yüksek tepeler arasında olduğu için Mekece, çok sessiz bir yer, oldukça da karanlık. Sabahı beklemek üzere bir süre oturduk.
17 Haziran 1945 Pazar

Ne kalk diyen var ne de sus! diyen. Dağlar, tepeler aydınlanıyor. Bunlar, her sabah oluyor ama biz bunlardan habersiziz.
Uykusuzluktan olacak, birileri; “Yürüyelim! yürüyünce uykumuz açılır!,, diye tutturdu. Bir süre sonra yola çıktık. Yola çıkarken, oradakilere İznik’i sorduk. “Tepenin ardında,, diyen oldu. Ardında birileri “Hemen değil, biraz yürüyeceksiniz! Deyince saat olarak soranlar oldu. Biri, “Bir saat!, öteki de “İki saat! dediğinde bir üçüncü teselli etti:

-O kadar çekmez! Gülenlerimiz oldu.
-Hepimiz köylü çocuğuyuz, köylülerin nasıl yol tarif ettiğini biliriz!
Neden sorup duruyoruz, ardımızdan kovalayan yok, yoruldukça dinlenir gideriz! deyince yola koyulduk. Yol dedikleri de yol değil, inişli çıkışlı, ezilmiş, bitki çıkamadığı için çıplak kalmış kuru toprak çizgisi. Keçi yolu denilen türden patika. Kimi yerleri ise su akıntısından derin derin çukurlar. Bu çukurlar yürümeyi engellediğinden zaman zaman fundalıkları aşmakta zorlanıyoruz. Yol uzadıkça çoğumuz yoruldu.
Geziye çıkmadan önce de bilgi verildiğinden okulda yerimiz hazırlanmış, doğruca okula gittik. Arkadaşlar hemen gölde yüzme hevesine kapıldılar. Bunu duyan okulun Başöğretmeni uyardı:
-Göl yakın ama gölün tüm kıyılarından girilmiyor. Sürekli kazalar nedeniyle Kaymakamlık göle girmeyi yasakladı, ancak bir yerden izin veriliyor.
Öztekin Öğretmen de uyardı:
-Yol yürüdünüz, birden soğuk suya girmeyin, hevesinizi yarına bırakın!
Görevli olarak çıkıp yemek yenecek yerleri yokladık. Küçük küçük yemek yenecek yerler var. Özellikle de eski binalar İznik’e değişik bir görüntü veriyor. Hemen soruşturmaya başladım:
Milli Eğitim Memuru çok canayakın, konuşkan bir insan. Tarih derslerini çok sevdiğimi, İznik’i görünce yorgunluğumun geçtiğini söyledim. Çok memnun oldu:
-Tarihi sevenler için İznik gerçekten canlı bir tarihtir! karşılığını vermesi hoşuma gitti.
Eşyalarımızı yerleştirince, yemek sorununu çözmemiz gerekti. Görevlerimden biri bu, biri de Kaymakamlığa gidip geldiğimizi duyurmak. Abdullah Erçetin’le birlikte çıktık. Çevremize bakınarak giderken kendi kendimize konuşuyoruz:
Bu bina ne zamandan kalma? İznik çinilerinin bulunduğu yerler nereleri? Bu cami, bu kilise, derken yakınından geçtiğimiz birisi:
– Onları İbrahim Bey bilir! diye karşılık verdi. İbrahim Bey kim? deyince
-İbrahim Bey, Fatih Sultan Mehmet’in ünlü Sadrazamı Çandarlı Halil Paşa’nın bilmem kaçıncı göbekten torunu! Bunu duyunca İznik birden gözümde büyüdü: İbrahim Bey’le nasıl görüşürüm? Bu kez de beni uyaranlar oldu.İbrahim Bey, az konuşan biridir. Herkesle de görüşmez. Ben de:
-Ben de bir İbrahim Bey’im, herkesle konuşmam. Ancak benim gibi bir İbrahim Bey bulursam, o da benim elimden kurtulamaz! Bizi dinleyenler hep güldüler. Birisi ötekine:
-Sen söyle, İbrahim Bey bu tür konuşmaları sever, belki gelir! Dinleyenlerden biri de:
-Gelir gelir, bunlar talebe, neden gelmesin? Oturanlardan biri haber vermeyi üslendi, buluşma yerini, saatini bildirmek için okula geleceğine söz verdi.

18 Haziran 1945 Pazartesi

Dün İznik’e iner inmez arkadaşlardan bazıları benim gibi soruşturmuş, Ayasofya (Kilisesi) Camisi, İznik Kalesi, Yeşil Cami, Osmaneli Kapısı, Özbek Camisi, müze, İznik çinileri üstüne bilgi toplamışlar.

Kahvaltı için topluca çarşıya çıktık. Kahvaltıdan sonra okulda toplandık. Öztekin Öğretmen, bu gece dinleneceğimizi, yarın hazırlıklarımızı yapıp yarın akşam gösterilerimizi halka sunacağımızı söyledi. İçlerinde benim de bulunduğum üç kişilik görevli grubun Kaymakamlığa gidip izin alması gerekiyormuş. Hemen toparlanıp yola çıktık. Kaymakamlığa gittiğimizde kaymakam yoktu.  Görevli bir kişiyle konuştuk. Kaymakam iki saat sonra gelecekmiş, ailesiyle bir yere ziyarete gitmişmiş.

Göle giden yolda Halkodası var, yeşillik içinde bahçesi çok temiz, orada oturduk. Başka arkadaşlar da geldi. Oldukça kalabalık görüldüğümüzden (otuz kişi) görenler ilgiyle bizi izliyor. Çok meraklı olanlar yakınımıza sokulup soruyor. Bu arada bana söz veren kişi geldi, İbrahim Bey’in benimle konuşacağını söyledi:
Kaymakam (Selahattin Erçin.1942-1946) gelmiş, biri geldi bize haber verdi. Gittik, Kaymakam haberli olduğundan, doğrudan:
-Hoş geldiniz, sizi bekliyorduk, dedi. Yemek işimizi halledip etmediğimizi sordu. Yanında öğrenci olabileceğini düşündüğümüz bir kız vardı, ona dönerek:
-Sor, aralarında kızlar varsa tanış! dedi sonra da kendisi sordu.
-Sormadan söyledim ama, kızlar da var, değil mi? Olduğunu söyleyince tekrar kızını uyardı:
-Tanış, İznik’imizi gezdir, sevdir! dedi. Kaymakamlıktan çok hoşnut ayrıldık. Öztekin Öğretmene durumu anlatınca o da sevindi, kaymakamın halkça da çok sevildiğini söyledi.
Akşam üstü Halkevi /Halkodası bahçesinde (Belediye bahçesi) otururken gölde motorların gezdiğini gördük. Şarkılar türküler söyleniyordu. Sorduk, soruşturduk. Kiralık motorlar varmış, saatle gruplar gezdiriyormuş. Hemen toparlandık, okul yakın, akordiyonu aldım. Motora atlar atlamaz, şarkılar düzenli olarak söylenmeye başladı. Gölde iki motor daha varmış bizi duyunca onlar da arkamıza takıldılar. Gölün öte ucundaki Orhangazi’ye dek gidip döndük. Öteki motorun biri de bizimle aynı yerde durdu. İnenler içinde Kaymakamın kızı da varmış, geldi, kendini tanıttı, bizim kızlara sarılıp öptü.
Motorla gezişimiz değişik bir hava yarattı. İznik’e daha çok ısındık. Belki hiç ilişkisi yok ama nedense benim belleğimde depreşti:
İznik’in havası da bize ılık geldi. Dün geceki yakınmalar olmadı, yatar yatmaz da uyuduk.

 

19 Haziran 1945 Salı

Akşamki sessizliğe karşın uyandığımda ufuldanmalar duydum:
-Omuzlarım! Sırtımın şurası ağrı! türü konuşmalar.
Köydeyken araba tahtaları üstünde yattığımdan, okul sıraları bana yabancı gelmedi. Ancak bizim kibar (!) köylüler, üstünde yattıkları sıralardan başka, yüzlerini yıkamak için bahçedeki musluklara çıkmaktan da yakındılar. (……..)

-Bu günkü su başka bir gölden, tadı değişik! Göl dendikçe irkilirdim. Çünkü benim bildiğim göllere mandalar girip serinler.

Konuşa konuşa okulun bahçesine gittik. Sabah kahvaltıları serbest. Arkadaşlar öyle istedi. İznik ilçe ama oldukça küçük bir yer, merkez nüfusu için üç bin diyorlar. İlçeye bağlı on üç köy varmış. Çarşı pazar yok gibi, birkaç dükkânımsı yer var. Bahçeli bir yere oturduk. Yakında simit varmış, çay simit kahvaltı yaptık. Öztekin Öğretmen geldi, günaydınlaştıktan sonra yavaş bir sesle:
-Bütün hesapları Halkevleri üstüne yapmıştık. Burada Halkevi yokmuş. Onun yerine bir Halkodası var. O oturduğumuz yer Halkodasıymış. Aralarındaki fark, Halkodalarının olanakları çok kısıtlıymış; bu nedenle işimize yaramayacak. Gösterimizi okulun bahçesinde yapacağız. Mevsim yaz, iyi bir duyuru yaparsak insanlar gelir.
Topluca okul bahçesine dönüp ayaküstü tasarılar yapıldı:
-Okul önüne üst üste sıra koyup perde yapabiliriz. Bunu başaramazsak piyesten vazgeçer, şarkıları çoğaltarak programımızı uygularız.
Her konuşan kasabalarının çok eski olduğundan söz etti. Eskiden Rumların oturduğunu, Rumların, zaman zaman gruplar olarak gelip buralarda dolaştığını anlattılar. Bizim bildiğimiz kadar bile kendi kasabalarının tarihini bilmemelerine şaştık. Biz hiç olmazsa bir zaman İznik’in Hıristiyanlığın önemli bir merkezi olduğunu, Haçlı Seferleri döneminde kısa bir süre Bizans İmparatorluğu’na merkezlik yaptığını biliyoruz. Bu arada bir noktaya takıldım, Malik Aksel Öğretmen Bursa camilerinin, Yeşil Türbe çinilerinin İznik yapısı olduğunu söylemişti. Kepirtepe’deyken Edirne Selimiye, Üç Şerefeli ya da Eski Camiyi gezmiştik. Oralardaki anlatıcılar da gösterdikleri çiniler için hep İznik çinisi diyordu.. Burada oturanların çiniyle falan bir ilgisi yok; konuşmalarından bu anlaşılıyor. Tarihi değeri olan yıkıntıları göstererek yabancımsı bakışlarla konuşmaları bizi şaşırttı.
Eski Kale ya da İznik Kalesi denilen yeri dolaştık. Sıra ile Rum Kilisesini, Çinilerle donanmış Çandarlı Halil Paşa Camisini, Nilüfer Hatun İmaretini, Yakup Paşa Camisini gezdik. Bir olay ilgimi çekti: İznik için çini sanatının kaynağı diye duymuştum. Oysa burada gördüğüm yerlerde, öyle, çok diyecek ölçüde çini yok. Gösterilen çiniler, Selimiye Camisi’nin bir duvarıyla bile ölçülemeyecek derecede az.
Öteki yerleri sonra görmek üzere göl kıyılarını dolaştık. Gölün tüm kıyıları temiz değil, eski ya da yeni sanki döküntüler atılmış. Belki de onun için bizi uyardılar:
-Göle, her yerden girilmez, yasak! dediler. Girmek isteyenler ancak belli yerlerden girebiliyormuş. Gösterilen bir yerde durduk, hevesliler hemen hazırlandı. Özellikle Kızılçullu çıkışlılar, sabırsızca atladılar. Uzaklara gidenler oldu. Bir süre sonra bir bağırış koptu:
– Nihat boğuluyor! İnanamadım, Nihat Şengül çok iyi yüzdüğünü söylerdi. Nihat solgun bir yüzle geldi, kesik kesik soluyarak:
-Göl suyu, deniz suyu gibi değil! Nihat’a “Geçmiş olsun!,, Bir yandan arkadaşlarla uyumlu olmaya özen gösterirken bir yandan da İbrahim Bey’le karşılaşmamı düşlüyorum. Yanımda arkadaş olsa daha iyi olur. Abdullah Erçetin’e sordum, Abdullah severek geleceğini söyledi. Konuştuğumuzu gören Kadir Pekgöz de katılmak istediğini söyleyince rahatladım. Arkadaşla olmak, duyduklarımı başkalarına anlatırken benim için güven verecektir.
Okula döndüğümüzde tüm arkadaşların toplandığını gördük. Bundan sonra söz Bölüm Başkanının. Okul küçük ama temiz, eşyaları derli toplu, Sıraları üstüste koyarak perdelik hazırlıklarımızı yaptık. Okulun Başöğretmeni, aynı zamanda ilçenin Milli Eğitim Memuru. Oldukça deneyimli, girgin bir insan. Besbelli çevresince seviliyor. Bizim sıraları dizdiğimizi görünce perde ayarlamış. Belli ki elinden iş geliyor, geldi, perdeleri kendisi taktı. Vakit yaklaştı, her şey tamam ama gene de tedirginiz. En çok da Öztekin Öğretmen tedirgin. Çok neşeli gibi görünmekle birlikte sık sık saatine bakışından içinin rahat olmadığı belli.
Duyurulan saatte gelenler olmaya başlayınca Öztekin Öğretmen neşelendi. Bir ara da söyledi:
-Bu küçük yerlerde işler bazan düzgün gitmez, bakarsın kimse gelmez! Öğretmen böyle derken. Az sonra önce Milli Eğitim Memuru sonra da belediye Başkanı Hüseyin Oktay ve Kaymakam Selahattin Bey’de geldiler. Kaymakamın kızı, İbrahim Bey’(Çandarlı) in yanına oturdu. Okulun Başöğretmeni daha önce açıklama yapmıştı:
200 kişilik olarak hazırlanan yerler hemen hemen doldu. Tanıtma sözcümüz Mehmet Yelaldı, kısa bir konuşma yaparak programı tanıttı. Gelenlere teşekkür etti. Perde aralığından İbrahim Bey’i gözetliyorum. Sanki benim için gelmiş gibi seviniyorum.
Önce, Fahri Yücel’in yönetti marşlar söylendi. Ben tam koronun ortasında akordiyonla katıldım. Bir ara İbrahim Bey’in bana baktığını gördüm, nedense sevindim. Şarkıları Mehmet Yelaldı yönetti. Türkülere ara verip Abdullah Ön Kocabey’i söyledi. Çok alkışlandı. Vaktin gecikeceğini düşünerek Zeybekleri kısa kestik. Güvende’yi dört, Dağlı’yı iki kişi oynadı. Ahmet Yol, Barkarol’la İnci Avcıları’nı söyledi. Piyesi gene Mehmet Yelaldı tanıttı.
Bizim ölçülerimize göre piyes de arızasız bitti. Beğenildiğini alkışlardan anladık. Halk çıkınca Öztekin Öğretmen ellerini birbirine bağlayarak:
-İşte bu kadar! deyip hepimizi kutladı. Sıraları gene kendimize karyola yapıp, battaniyelerimizi yaydık. Gerçekten büyük bir engeli aşmıştık. Konuşanlar, kimi kez olayı çok önemseyerek hatta abartarak sözler söyledi, kimi de sanki bir şey olmamış gibi yapılanlar küçümsenerek tekrarladı.
Öztekin Öğretmen ayrılırken, Gemlik Orhangazi arasının daha yakın olduğunu, düzgün yaya yolu olduğunu. Mekece İznik yolu gibi uzun patika yürümeyeceğimizi, sabah erken çıkmayacağımızı, ona göre rahat dinlenmemizi tembihlemişti. Bütün uyarılara karşın türlü olasılıklar üretilip geç vakitlere dek tartışmalar yapıldı. En çok da Mekece’de doğru bilgi almadan boş yere yol yüründüğü üstünde duruldu. (……..)

20 Haziran 1945 Çarşamba

Sırtımda azıcık burukluklar duyumsadım. Yerin sertliğinden mi, yoksa hava değişikliğinden mi?
Kahvaltıyı gene çay-simit olarak yaptık. İznik-Orhangazi arası belli zamanlarda motor kalkıyormuş. Toparlanıp motora gittik. (……)
Motor yanaşmadan önce İznik içinde bir daha dolaşıp bir iki yerin adını tekrarladık. İznik Kalesi’ni ikinci kez görünce daha şaştım. Düzlükte kurulmuş bir kale. Bir tarafı iyice ayakta.
Motor gelince hep birlikte:
-HOŞÇA KAL İZNİK, SAĞOLUN İZNİKLİLER! deyip “Sırtların senin sağlamdır, mis kokan orman çamdır!” marşını hep bir ağızdan seslerimizi son gücümüzle çıkararak söyledik. Bu da yetmemiş olacak arkasından tekrar tekrar;
“Mis kokan çamlar, böylesi nerde var, bu dağlar, bu hava? diye sözleri değiştirerek tekrarladık. Gölü, gözümüzde büyütmüşüz motor, Orhangazi’ ya yanaştı Motordan inince Öğretmenleri uğurlayıp arkalarından biz de yola çıktık. Yol, Mekece İznik arası yoluna göre daha düzgün. Tozlu ama geniş, dala budağa takılmıyoruz. (………. )

1 Comment
  1. Ertan says

    Tesekkurler , guzel bir yazi. Iznik ile ilgili benzer ani yazilarinin daha fazla yayinlanmasi dilegiyle.

Leave A Reply

Your email address will not be published.