Gazete köşeleri çoğu zaman gündemin gürültüsünden söz eder. Ama bugün ben sizi, zamanın biraz daha yavaş aktığı, tarih ile doğanın iç içe geçtiği, her köşesinde bir efsane, her taşında bir hatıra barındıran bir şehre götürmek istiyorum. Bu satırlarda okuyacağınız Manisa, yalnızca harita üzerinde bir nokta değil; yüzyılların harman olduğu bir medeniyet durağı, Anadolu’nun gizli hazinelerinden biridir.
Manisa’nın adı Antik Çağ’da Magnesia idi. Roma döneminde ise “Magnesia ad Sipylum” olarak anılırdı. Spil Dağı’nın görkemli gölgesinde yükselen bu şehir, Lidya Krallığı’na ev sahipliği yaptı. Sardes antik kenti, yalnızca Manisa’nın değil, tüm dünyanın tarih sahnesinde iz bıraktı; çünkü dünyanın ilk parası burada basıldı. İnsanlık tarihinde “ekonomi” kavramı ilk kez bu topraklarda filizlendi.
Bizans döneminde surlarıyla korunan Manisa, 1313 yılında Saruhan Bey’in fetihleriyle Türk yurduna katıldı. Ve o gün bugündür Manisa, yalnızca Anadolu’nun değil, Osmanlı’nın da en müstesna şehirlerinden biri oldu.
Osmanlı’nın en önemli geleneği, şehzadelerin sancaklarda devlet yönetimini öğrenmesiydi. İşte Manisa, bu geleneğin en parlak yıldızıdır. Fatih Sultan Mehmet’in gençliği bu sokaklarda geçti. Yavuz Sultan Selim, henüz bir şehzade iken Manisa’nın havasını soludu. Kanuni Sultan Süleyman, devlet idaresine burada hazırlandı. Bu nedenle Manisa’ya “Şehzadeler Şehri” denir ve bu unvanı gururla taşır.
Şehrin her sokağı, her taş yapısı, her camisi sanki o şehzadelerin hatırasını fısıldar. Sultan Camii, Muradiye Camii ve daha niceleri sadece ibadethane değil, aynı zamanda Osmanlı’nın ihtişamlı tarihine açılan kapılardır.
Manisa’yı anlatırken Mesir Macununu anmamak, şehrin ruhunu eksik bırakmak olur. Rivayete göre, Yavuz Sultan Selim’in eşi Hafsa Sultan hastalanır. Merkez Efendi tarafından hazırlanan özel bir macun sayesinde iyileşir. O günden sonra bu şifa kaynağı halkla paylaşılır.
Yüzyıllardır süren gelenek bugün Mesir Macunu Festivali ile yaşatılmaktadır. Mart ayında Sultan Camii’nin kubbelerinden gökyüzüne saçılan renkli kâğıtlara sarılı mesir macunları, şifanın ve bereketin sembolüdür. UNESCO’nun Somut Olmayan Kültürel Miras listesinde yer alması da bu kültürün dünya çapında değerini tesciller.
Manisa’nın üzerine gölge düşüren Spil Dağı, yalnızca bir dağ değil, efsanelerle yoğrulmuş bir masal kitabıdır. Milli park ilan edilen bu alan, endemik bitkileriyle, kartal yuvalarıyla, atlarıyla ve eşsiz manzarasıyla doğaseverlerin gözdesidir.
Ve elbette, Ağlayan Kaya (Niobe)… Yunan mitolojisinde çocuklarını kaybeden Niobe’nin gözyaşları taş kesilmiş, Spil’in eteklerine sinmiştir. Bugün bile kayanın yüzeyinden süzülen damlalar, binlerce yıllık bu hikâyeyi canlı tutar. Manisa’da doğa ile mitoloji iç içe yaşamaya devam eder.
Gediz Ovası, Manisa’nın kalbidir. Bu toprakların bereketi, Anadolu’nun sofralarına uzanır. Sultaniye çekirdeksiz üzümü, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en çok aranan kuru üzümlerindendir. Manisa’nın bağlarından çıkan her üzüm tanesi, güneşin ve toprağın armağanıdır.
Zeytin ağaçlarının gölgesinde büyüyen Akhisar, bugün Türkiye’nin zeytin başkentidir. Zeytinyağı ise Manisa mutfağının incisi gibidir. Ve elbette meşhur Manisa kebabı, şehre yolu düşenlerin damağında unutulmaz bir tat bırakır.
Manisa’nın Cumhuriyet dönemindeki simgelerinden biri de Manisa Tarzanıdır. Asıl adı Ahmet Bedevi olan bu kahraman, hayatını doğayı korumaya adamış, ağaçlarıyla, çevre bilinciyle ve doğaya olan sevgisiyle halkın gönlünde taht kurmuştur. Onun hikâyesi yalnızca Manisa’nın değil, Anadolu’nun çevre bilincine dair verdiği ilk büyük mesajdır.
Manisa yalnızca tarih ve doğa değil, aynı zamanda geleceğe açılan kapıdır. Salihli ve Turgutlu’daki kaplıcalar sağlık turizminin gözdesidir. Aynı zamanda modern sanayisiyle, Vestel gibi dev markaların üretim üssü olarak Türkiye ekonomisine can veren bir merkezdir.
Manisa sokaklarında yürürken, bir yanda şehzadelerin ihtişamlı geçmişi, diğer yanda bağlarda olgunlaşan üzümler, bir başka köşede Niobe’nin hüzünlü gözyaşları karşılar insanı. Bu şehir, yalnızca görmekle anlaşılmaz; hissetmek gerekir.
Çünkü Manisa, tarihle bugünün, gelenekle modernliğin, efsane ile gerçekliğin kesiştiği yerdir.
Eğer bir gün yolunuz Manisa’ya düşerse, sadece bir şehir gezmeye gitmiş olmazsınız. Aslında bir tarihin sayfalarında dolaşırsınız, doğanın kalbinde soluk alırsınız ve Anadolu’nun en kadim geleneklerinden birine dokunmuş olursunuz.