VERGİLİ YOLLAR

0

Cumhuriyet Türkiye niri ilk dönemleri en zorlu yıllar olarak geçmiştir. Eşi emsali olmayan bir kurtuluş savaşı sonrası Misak-ı Milli sınırları içinde kurulan Türkiye Camhuriyeti hem istik­lalini, hem istikbalini, hemde Osmanlı’dan kalan borçları devir almış ve bunları kısa bir dönem içerisinde başarmıştır.

O günlerin Türkiye’si hiçbir şeyi olmayan bir ülkedir. Çivi dahi yapamayan bir ülkedir, Tezgah usülü bez dokuyan Anadolu insanı bu hali ile giyinebilmektedir. Öküzü ile karasabanı ile tarlayı sürebilen insanlar ancak yiyebileceği kadar üretebilmektedir. Fazla üretimi de satacak pazarında yoktur.

Borçlu bir ülke, sanayisi olmayan bir ülke ve sadece ana gıdası buğday olan bir tarım, kazma, kürekten başka toprağı eşeleyebileceği hiçbir aracı olmayan ülke. Bu ülke ki savaştan 10 yıl sonra nüfusu 15 milyon olabilen bir ülkedir, o öyle bir ülkedir ki 10 yılda Osmanlı’dan kalan ve dahası yabancıların elinde olan demir ve deniz­yollarını millileştiren bir ülkedir.

Kazma kürekle devlet yolu yapan bir ülkedir.

Nüfusunu artırabilmek için çok çocuk yapılmasını teşvik eden bir ülkedir. Öyle ki 5 çocuk yapan aileler yol vergisinden muaf olabiliyor, daha az çocuğu olanlar ise yol vergisi ödeyecek yada gidip kazma kürek ile yol yapımında çalıacaktır. Başka da yolu yoktur. İznik-Mekece yolu, İznik-Yenişehir yolu, Boyalıca-Karamürsel yolu bu şekilde yapılmıştır. Babalarımız yada dedelerimiz bu yollarda çalışmış ve beş çocuk yapamayanlar yol vergisini yol yaparak ödemişlerdir.

İnikli’den Dede İbram, babamın yaşlarında idi. Bir gün onu Yenişehir’e götürdüm, ne içindi tam hatırlayamıyorum ama, Derbent tepesinden Yenişehir’e doğru indiğimiz sırada “Bu yolları biz yaptık, çok kazma salladım, hatta bir keresinde çalışanlardan bizden büyük olanlar beni Alaylı köyüne gönderdiler, git köyden ekmek al getir dediler. Köye gittim, kimseyi bilmem tanımam ama bir yerde fırının yandığını gördüm. O fırının olduğu avlunun önünde defalarca tur attım. Fırını yakan yaşlıca bir teyze anlamış olacak ki beni çağırdı, ikindiden sonra gel ekmekler pişer, sana ekmek vereyimde yolda çalışanlara götür dedi. Halimizden anlayan bir insanmış meğer. Bende ikindiden sonra gittim, 5 – 6 adet köy ekmeğini eski bir beze sardı, sırtıma bağladı hadi götür, yiyin dedi.

O ekmeğin tadını hiç unutmadım demişti.

O ekmekler unutulurmu.

Şimdi ne acıdır ki yine o günlere dönüyoruz.

Evet artık yolları makinalar yapıyor, dağları makinalar açıyor, vadileri viyadükler aşıyor ama yollar paralı, o yollar birilerine para kazandırıyor. Köprüler de öyle. Geçmezsen bir akçe, geçersen iki akçe kuralı da kalmamış. El mecbur geçeceksin, Akçelerde gidecek.

Yolu, köprüleri alıp götüren yok. Ama parayı alıp götüren çok.

Ne oldu 1920’lerin istiklaline, ne oldu 1920’lerin istikbaline? Öyle bir gelecek nesil yetiştiriyoruz ki bunları dahi hiç düşünmeyecek kişiliksiz, kimliksiz, dahasını sayamıyorum, dilim varmıyor. Evet bu gençleri de alıp götüren yok. Ama bunlara artık verilmeyenler çok. Onlar sadece watsaplı, tabletli telefonlarla yaşıyorlar. Hele birde altında arabası da varsa “yol vergisi”de ne imiş, HGS’ler, OGS’ ler açık.

Hoşca kalın…

Leave A Reply

Your email address will not be published.