Okul İnsanı Aptallaştırıyor Mu ?

0

İnsan düşünen, düşünmesini bilebilen bir varlıktır. En önemli özelliklerinden biride budur.

Bir gün Kent Konseyinde Turgut Tuna’nın başkanlık ettiği bir toplantıda söz bana verildi. Ben bilimsel düşünce nedir, ne değildir, nasıl yapılmalıdır diye konuşuyordum. Konuşma sırasında bilimsel düşüncenin temel argumanlarından ikisi olan, endüksiyon ve dediksiyon yöntemini açıklamaya çalışıyordum.

Araya bir öğretmen girdi. Ve “Hocam Türkçe konuş” dedi. Oysa o sırada o sözcükleri kullandığım anda bunu en iyi bilen bir kimsenin o öğretmen olması gerekirdi. Neden? Çünkü bir öğretmen özellikle 1. Sınıf öğretmeninin en çok kullandığı yollardan biri idi bu. Tüme varım ve tümden gelim diye Türkçe’de kullandığımız bir düşünme tarzı. Bu yolla çocuk okuma-yazma öğreniyor.

Konuyu biraz açtım.

Ne var ki üzüldüm. Neden üzüldüğümü daha sonraki satırlarımda anlatacağım. Yine bir gün bir çini atölyesindeyiz. Bir öğretmen geldi. Söz döndü dolaştı dil konusuna geldi. Dilin nasıl meydana geldiğini, daha sonra yazının ortaya çıkışı, insanın haberleşme konusunda geçirdiği tekamül ve alfabedeki gelişmeler üstüne bir hasbihal.

Bir insan bir çok sözcükle meramını ifade edebiliyorsa o insan, öteki daha az sözcük ya da kavram kullanan insana oranla daha gelişmiş bir insandır.

Daha az sözcük kullanan insanın düşünce dünyası sınırlıdır, dardır. Ve ancak o daire içinde düşünür.

Erkekler için doğrudan sonuca ulaşır derler, hanımlar daha etraflı ve detaylı düşünerek sonuca varır gibi bir iddia var.

İnsan için eski Yunan da düşünen hayvan tanımı bile yapılmıştır.

Peki insan ne ile düşünür. İnsan sözcüklerle, kavramlarla düşünür.

Bir gün bir sanatçı arkadaşım, ne güzel Erdoğan’la aynı şeyleri düşünüyoruz, demiş.

Bu beni hoşnut etmedi.

Elbette ki onunla birlikte olmak hoşuma gidiyordu. Gerilmeden, sıkıntı duymadan huzur içinde sohbet ediyorduk.

İnsan sevdiği insanlarla birlikte olursa hiç şüphesiz mutlu oluyor. Kendine benzeyen kimseye daha yakınlık duyuyor.

Ne var ki bu tür bir dostluk, yarenlik insanın zenginleşmesine ve farklı şeyler düşünmesine yol açmıyor.

Farklı sesler ve farklı düşünce kombinasyonları insanın belli perspektiflerden bakmasının önüne geçip onu daha haysalalı hale getirebilmek dinamiğine sahip kılıyor.

Şimdi gelelim okul meselesine. Okulda öğrenciye öğretmen belli bir müfredatta yer alan bilgileri aktarıyor.

Öğrenci bunların doğruluğunu kabul ediyor. Öğrencinin zihninden bu doğru mu, yanlış mı gibi bir soru işareti, ya da şüphe geçmiyor. Peki aktarılan bilgi yanlış ise öğrencinin hayat pratiğinde o bilgi bir takım sorunlara, pürüzlere ve yanlış sonuçlar verecek tatbikatlara zemin hazırlayan başlıca faktör olmayacak mı?

Öğrenci soru sorabilmeli, sorgulamalı. Ve belki de o sırada o mutala, inceleme sonucunda farklı ve daha sağlıklı bilgiler ortaya çıkacaktır. O düşünce farklı filizler vererek daha geniş bir biçimde yada daha başka bir yolda insanı düşünmeye sevk edecektir.

Soru sormayan, sorgulamayan bir şeyler öğrenmek için büyük bir zevkten yoksun kalır. Ve öyle ki bilgisiz bir insanda mücadele etmek ve sonunda hem daha güçlü, hem de kazanmak ve haklı olduğunu kanıtlamak gibi bir nimetten uzak kalır.

Yine bir muhasebeci arkadaşla birlikte idik. Bir kimseden söz ederken şu, bu mezunu diye söz etti. Peki dedim bu ölçümü. Niye orta ikiden, ilkokuldan mezun olmuş ama aklı müthiş işleyen insanlar var.

Dekortes”Saf Aklın Eleştirisi”nde saf akılla bir yere varılamıyacağını anlatır. İşletilen akıl bir yere varır. Akletmek, düşünmek başka bir olaydır.

Okulda bir takım şeyler veriliyor.

Çocuğun başka şeyler düşünmesine imkan ve izin verilmiyor. Ama aklın sonsuzluğa uzanan bir yanı var. Öyle ki zaptetmek çok zor. Bir takım düşler, hayaller hep aklı zorluyor.

Jules Vernin düşündükleri daha sonra gerçek oldu.

Paul Coelle’nun çok güzel bir hikayesi var.

Kirpiler hava soğuk diye birbirlerine yakın duruyorlar. Isınmak için bir süre sonra kirpilerin dikenleri birbirine batıyor. Bu sırada kirpiler biraz uzaklaşalım diyorlar. Ne var ki bu sırada da üşüyorlar. Buna dayanamayıp yine bir araya geliyorlar. O dikenlerin batmasına karşın bir araya gelip onlar batsa bile ısınmak daha iyi geliyor onlara.

Diyelim ki Aristo, Asos’ta bir anfide ders anlatıyor. Onu dikkatle dinleyen kimseler, itiraz edebiliyor. Başka şeyler ileri sürebiliyorlar. Soru sorup anlattıklarını açmasını mümkün kılıyorlar. Hatta tartışıyorlar.

Ve bir ortak akıl ortaya çıkabiliyor.

Bir akıl iyidir. Ama iki akıl bir akıldan daha iyidir.

Yeter ki insanlar birbirlerini anlamaya çalışsınlar.

Belki de size çok zıt gelen bir şey daha doğru olabilir.

Ne yazık ki okul düşünmeyi öğretmiyor ve bu yolu işaret etmiyor.

Acı olan bu. Bu yüzden ki beyin cüceliği yaşamak zorunda bırakılıyoruz. İstisnalar yok mu? Var.

Leave A Reply

Your email address will not be published.