EKŞİ ELMALAR

0

Geçen haftarlarda birkaç gün Adapazarındaydık. Bir ara eşimle birlikte sinemaya gittik. Uzun süreden beri hiç sinemaya gitmiyorduk. Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği bir film : “Ekşi Elmalar”

Erkekler ağlamaz derler. Neden ağlamasın ki?. İnsanoğlu bu güzelim dünyaya gelirken bile ağlıyorlar. Enine boyuna rahat bir dünyadan, yani anne karnından yeni bir dünyaya gelirken bile ağlıyor. O sırada ne oluyor biliyor musunuz. Çocuk ihtiyacı olan oksijeni bol bol alıyor. İnsan cennetten ayrıldıktan sonrada ağladı mı acaba ?

Ne ki af diliyor. O da bir ağlama değil mi?

İnanın bana film iki saate yakın bir süreydi. Bütün film boyunca göz yaşlarım aktı için için.

Acayip bir adamım galiba!

Yeni evliyiz. Radyoda Remark’ın “İnsanları Seveceksin” romanın arkası yarın diye bir oyun halinde sunuyorlar. Başka bir odadayım. Bir ara ağlamaya başladım. Eşim geldi ne o Erdoğan, dedi. Oyunu dinliyorum dedim. Film Hakkari’de geçiyor. Belediye Reisi’nin bahçesi ve kızları çok ünlü. Belediye reisi ve mühendis bir ara bahçedeler. Çok güzel bir bahçe. Belediye reisi kavak bahçesi diyor. Mühendis – Yok efendim, diyor, bunlar okaliptüs ağacı. Bir ara elma ağaçlarının önünde duruyorlar Belediye reisi işte böyle diyor aşı yaparsan böyle olur, bal gibi elmalar, eğilip ilgileneceksin. Ekşi elmaları gösterdi. Bunlar bana isyan etti. Benim dediğim gibi olmadı, dedi. Mühendis onlarda öyle kalsın, bakın ne güzel der. Belediye reisi hemen o ağacı kestirir. Buradan şu mesajı okumak çok kolay galiba. Biz farklılıklara tahammül edemiyoruz. Her şey bizim istediğimiz gibi ve bizim istediğimiz biçimde olsun istiyoruz. O da yeşil elma olmuş.

Aynı toprak, aynı su ve aynı besinler. Ama o yeşil elma olmuş. O da bir güzellik, farklı bir tat değil mi? O biçimde hayat daha güzel değimli. O yeşil elmalar hayatı daha güzel kılmıyor mu?.

Bir süre sonra oradan ayrılan ve Antalya’ya giden mühendis o yeşil elma ağacından bir dal götürür. Ve Antalya’da kocaman bir yeşil elma bahçesi yapar. Elverişli bir yerde gene boy verir o. Halikarnas Balıkçısı “ Çiçeklerin Düğünü” adlı yazısında yüzbinlerce ak ve cilalı çiçekleriyle güneşte ya da ay ışığında, pırlantalara bezenmiş gibi pırıl pırıl ışıldayan bir mandalina yada portakal ağacını gözünüzün önüne getirin. İşte o ağacın üzerinde yüz binlerce düğün yapılmaktadır. Bir gelin, bütün aklığın leke götürmez saflık ve doğruluğu ile, orada ayal uçlarına kalkar, korkuyla titrer. Ölümden değil, ölümden de kuvvetli olan hayat ateşinden korkmaktadır. Hayat bu. Hayatın önünde durulmaz. Hayatla kavga edilmez. Hayat bin bir çeşit mağazası gibi.

Öte yandan belediye başkanının kızlarından biri evlenir ve Antalya’ya gitmek gibi bir özlemi vardır. Evlilikten önce sorar: “Deniz nasıl bir şeydir” arkadaşı büyük bir su der. Peki nasıl kokar, der. Arkadaşı da “nasıl diyeyim tuz, iyot gibi bir şey” diye yanıt verir.

İnsanoğlu’nun hep bir takım özlemleri olmuş. Ve o özlediği şeyleri çeşitli biçimlerde, hallerde düşlemiş, hayal etmiş. Kimi düşünürler, filozoflar sugit biçimde insanların daha rahat ve daha mesut bir şekilde yaşayabilmelerini mümkün kılacak bir takım şeyler düşünmüşler ve kitaplar yazmışlardır. Eflatun “Devlet” adlı kitabında devleti filozoflar yönetsin demiş. Belki bu yolla insanlar daha huzur içinde yaşayabilir diye tasarlamış. Farabi ve Çiçero devleti erdemli insanlar yönetsin diye kafa patlatmışlar ve bu yolla kitaplar yazmışlar. Compenalla “Güneşin Ülkesinde” bir başka yol önermiş. Thomas More “Ütopya” sında bir başka yöntem aramış. Bunlar hep birer özlem düşlenen şeyler. Peki hayata geçebilmiş mi?

50’li ve 60’lı yıllarda özellikle köylerde, kasabalarda yaşayan bir çok genç kız yada erkeğin en büyük özlemlerinden biri İstanbul’a gidip artist olmaktı. Bu serüven bir çok kimseyi acı kanallara sürükledi. Çok acı şeyler ve tecrübeler yaşandı. Denize giden kız ve erkek uzun uzun denize bakarlar, kim bilir onun ötesinde neler var. Ve oralarda nasıl yaşıyorlar. Kız denize girer, büyük bir sevinçle yıkanır. Mutludur.

Yönetmenliğini Erden Kıral’ın yaptığı Halikarnas Balıkçısı’nın hayatını anlatan filimde bir kalabent olarak Bodrum’a sürülen balıkçı, Bodrum’a gelir gelmez hemen denize atılır, yıkanır. Kral’a göre bu balıkçının günahlarından arınmak, temizlenmek için yapılan bir rütueldir. Mevlana Mesnevi’sinde kamışlıktan kopan ve ney’ın feryatlarının yeniden kamışlığa kavuşmak özleminden söz eder. Bu tasavvufun ana kanunlarından biridir.

İslam düşüncesinin en büyük isimlerinden biri olan Dr.Muhamet Ukbal aynı şekilde Lavidname adlı eserinde bu kez ney sembolü yerine cenk musafını kullanıyor. 60’tan sonra şehrin kıyılarında mesken tutmuş köyden kente göçmüş varoşlarda yaşayan insanların büyük özlemler, kentin devasa ışıkları altında yaşayan insanların yaşamlarına olan özlemdi. Bu hususta bir çok oyun, hikaye ve filmde yapılmıştır. Çetin Altan’ın “Tahtıravalli” oyunu bu yaşantıyı çok güzel ir biçimde sergiler. Özlediğimiz şeyler gerçek olurmu bilmem Peki gerçekleşirse bizi gerçekten mutlu eder mi, o konuda da şüpheliyim. Ancak o zaman Yahya Kemal gibi bizde “ insan hayatta hayal ettiği müddetçe yaşar” diyeceğiz galiba. Hiç şüpheniz olmasın ki hayat bize her daim elini sallayıp “ MERHABA” diyecek.

Leave A Reply

Your email address will not be published.