AKLIN FETİŞİZMİ

0

Materyalist, pozitivist, bir felsefe, seküler bir yaşam, hiçbir biçimde ve hiçbir yerde insanı mesut kılmamış, mesut kılmaya yetmemiştir.

O soydan bir dünya görüşüne, alem tasavvurlarına sahip insanlar belki bir süre yada bir an mutlu olduklarını düşünmüşler, ne var ki bu kalıcı olmamış sürekli bir arayış içine girmişler ne ki kalıcı bir bahtiyarlık elde edememişler, bu da onları bunalımdan bunalıma sürüklemiş, depresyon krizlerinden kurtulamamışlardır.

İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Teoman Duralı bir soruya verdiği yanıtta: “İnsan iki katlı bir varlıktır. Bir, tümüyle biyolojik olan bir yanımız var, bu bizim beşer tarafımızdır. Ama bir de bunun üstünde açıklayamadığımız maneviyat diye belirlediğimiz bir yanımız var” diyor.

Yani moralite, moral ya da maneviyat dediğimiz şey.

Nerede bir insan topluluğu var, orada din ve dinsel bir takım ritüeller mutlak suretle olmuştur. Ama öyle, ama böyle.

Kısmet olursa Eliade’nin “Arayış, Tarihte ve Dinde Anlam” serüveninden söz eden kitabından söz edeceğim.

İnsanoğlu herhangi biçimde de olsa mesut olabilmek için yaşadığı hayatı anlamlı kılmak istiyor.

Hayatı anlamlı kılmak için birçok düşünür, bir takım görüşler, kuramlar ileri sürmüş, ne yazık ki insanın zaman zaman sorduğu, sorguladığı şeylere yeteri ölçüde yanıt getirememişlerdir.

Bir çok düşünür, özellikle Auguste Comte bilim her şeyi çözecek diyerek dinlerin devrinin biteceğini, bunun yerine bilimin hakim olacağını ileri sürmüşlerdir.

Oysa ki insanoğlu aklın fetişizmine kapılmış, öyle ki bir program da ünlü ilahiyatçı Prof. Dr. Mustafa Öztürk’ün sözünü ettiği bir hayli ilginç bir sözle “Tanrı’dan rol çalmak” gibi bir hevese kapılmış, olmayacak yerlere ve düşüncelere savrulmuş, işin deyim yerinde ise çivisi çıkmıştır. Özellikle insanın fıtratı üstünde çok ciddi müdahaleler olmuş, insanla öyle yada böyle çok oynanmış, insan tanınmaz bir hale getirilmiştir. Bir takım değerlerle yaşayan ve bunların aşınması sonucu bir başka hale gelen insan huzur ve mutluluktan da uzak düşmüştür. Ve insanoğlu rahatsızdır.

Kont çok doğru bir tespitle: “İnsanı öteki canlılardan ayıran en önemli yanının ahlak olduğunu söylüyor.Ve ancak ahlak yoluyla Allah’a ulaşabilir diyordu. Ahlakla yontula yontula insan olur insan tezinde” tezine sahiptir. Bütün insan topluluklarında bir kutsal’a inanma ihtiyacı hep olmuş. Eğer insan sahip olduğu değerleri aşkın(müteal) bir güçle temellendirebilirse bu çok sağlıklı bir yol diyebiliriz.

Çünkü bilim çok kesin bir biçimde Allah(c.c) vardır diyor.

İnsan dünyaya geldikten sonra ki oda bir mucizedir, hiç şüphe yok ki bir takım korkulrla yaşar.

Ne ki Allah’a(c.c) iman hususunda çok büyük ölçüde bir güven vardır. İman bir güven anlamı taşır. Bu güven, sizi bütün korkulardan azade kılar. Stres ve korkulardan uzak bir yaşam daha sağlıklı kılar. Ve öte yandan sizi yeryüzünde Allah’ın bir temsilcisi olarak sunan İslam(Bakara Süresi, Ayet 30) sizi izzet, şeref ve şahsiyet sahibi yapar.

Bu sizi kuvvetli kılar. Bu idrakteki bir insan bütün söz ve davranışlarına Allah’ın (c.c) tanık olduğuna inanarak çok daha az yanlış yapmak gibi bir lutfada sahip olur.

“İnsana yeni bir bakış açısı egonun etrafındaki çitleri yıkarak onun sınırlarını genişletecektir. Kişi kendisi ve doğayla barışacak, evrenle olan rabıtasının farkına varacak, insanlara ve tüm yaratıklara şefkat ve hoşgörü gösterecek, zihinsel çözümlemeye uğramadan acıya ve sıkıntılara tahammül edecek, hayatın anlamını kavrayacak ve nihayet ölümü inkar etmekten vazgeçip onunla da dost olacaktır.”

Aklın fetişizmden bağları çözen ve sağlıklı bir zihinsel yapı, sağlıklı bir ruhsal yapı eninde sonunda bunu yakalayacaktır.

Ve o zaman heves ve hevalarından vazgeçip düzgün bir yolda sendelemeden yürümenin hazzını yaşamak imkanına erişecektir.

Aksi halde ünlü Danimarkalı düşünür(etkilemediği yazar yok gibi) Kierkegaard gibi şöyle düşüneceğiz: “Değerli taşlarla ilgili bilgisini öyle ileri bir düzeyde geliştirmiş bir kuyumcu hayal edin ki, bütün hayatını gerçek olanla sahte olan arasındaki ayrıma adamış olsun. Bu adamın bir çocuğun sahte ve gerçek taşlarla oynadığını ve her ikisinden de eşit oranda zevk aldığına şahit olduğunu varsayalım. İçten içe taşlar arasındaki mutlak ayrıma varılmadığını görerek titrer. Ama yine de çocuğun mutluluğunu, oyundan aldığı zevki görür; bunun karşısında belki de alçak gönüllü hale gelir ve bu titreten görüntüye dalar gider”.

Hayırlısını dileyelim.

Leave A Reply

Your email address will not be published.